Haberler

Osmanlı döneminde kurulan ilk Millî Talim ve Terbiye Cemiyeti - 1915

Günümüzden 68 yıl önce toplumun yapısındaki değişmelerle ortaya çıkan ve çözümüne çalışılan sorunlar, bugün de daha genişlemiş boyutlarla devam etmektedir.

resim
24.07.2012

 

 

 

 

 

 

OSMANLI DÖNEMİNDE KURULAN İLK MİLLÎ TALİM VE TERBİYE CEMİYETİ

 

Dr. Hasan CİCİOĞLU

Eğitim Yönetimi ve Planlama Bölümü

 

Ord. Prof. Dr. Ismayıl Hakkı Baltacıoğlu İstanbul'da 1915 yılında birkaç arkadaşı ile birlikte "Millî Talim ve Terbiye Cemiyeti" adı altında bir dernek kurmuştur. Bu dernek, çalışmalarına aynı yıl Çemberlitaş, Nuriosmaniye caddesi 52 nolu binada başlamıştır. Derneğin amaçlarını şöyle belirleyebiliriz:

  • Bilgisizliği ortadan kaldırmak. Dernek kurucuları bilgisizlik denilince bunu sadece okuma-yazma bilmemek veya herkesi okur-yazar hale getirmek anlamında almıyorlar. Özellikle Ismayıl Hakkı Baltacıoğlu bilgisizliğin okur-yazarlarda da olduğunu, yaptığı araş­tırmalarla ortaya koymuştur.

  • Ülke kültürünü, yabancı kültürün etkisinden korumak, kendi kültürünü sağlam temeller üzerinde kurmak. Dernek kurucu­ları, bazı aydınların yabancı okullarda, yabancı kültürün etkisi al­tında yetiştikleri, bu nedenle yabancı kültüre karşı kendi öz benliğini kaybederek yozlaştıkları, bu durumun da ülkeye zarar verdiği görü­şündedirler. Yabancı kültürün etkisi ile toplumumuza girmiş bulunan bu tür kurum ve kavramları kendi kültürümüze uygun hale getirmek zorunluluğu açıkça belirtilmektedir.

  • Toplumda bozulmaya yüz tutan eğitim, ahlak, din, örf ve adetler çağın gereklerine uygun olarak korumak ve geliştirmek de Derneğin amaçları içinde yer almıştır.

Günümüzden 68 yıl önce toplumun yapısındaki değişmelerle ortaya çıkan ve çözümüne çalışılan sorunlar, bugün de daha geniş­lemiş boyutlarla devam etmektedir. Sözü daha fazla uzatmadan, 1916 yılı eylül ayında yayınlanan "Millî Talim ve Terbiye Cemiyeti Mecmuası"nm 1. sayısında derneğin amaçları ve yapacağı çalışmalar kuruculardan olan Ismayıl Hakkı Baltacıoğlu tarafından belirtil­mektedir. Güncelliğinden en ufak birşey kaybetmeyen günümüzde de aynı sorunlara çözüm aranılmakta olan bir ortamda bu değerli yazı ilk defa Osmanlıca'dan Türk harflerine çevirerek aynen veril­meye çalışılmıştır.

 

Müessislerden Ismayıl Hakkı Bey Tarafından:

 Efendiler!

İzahatım başlıca üç noktada toplanıyor. (1) Cemiyeti tesis eden âmil­ler, (2) Cemiyetin müracaat edeceği ilmî eserler. (3) Cemiyetin istihmâl edeceği vasıtalar.

Cemiyeti tesisde en büyük sebeb memleketin cehli olmuştur. Cehli "okuma, yazma yokluğu"ndan ibaret telâkki etmiyoruz! Mil­letimizin ferdleri okuma yazma bilmeyen bir takım cahillerden mâteessüf çok geridir. Size Balıkesir Sancağı'nda yaptığım bir tetkikin neticesini okuyacağım. Balıkesir'de bir iptidâi mektebinde lalettayin (gelişigüzel) on iki çocuğa adı, babası ve sanatı, yaşı, dinî, milliyeti, padişahı, padişahının pây-ı tahtı (Başşehir) hakkında sualler sordum. Cevapları şunlardır:

  

Adı

Babası     ver

Sanatı

yaşı      dinî

Milliyeti

Padişahı   Pây-ı Taht

İrfan

Ahmet

 

7 İslâm

 

—             —

Mithat

Mustafa

Abacı

7 İslâm

Buralı

—             —

Halil

Halil İbrahim

 

10 Burah

Türk

(Resmini Gördüm ismi-

ni bilmiyorum)

 

 

Kahveci

 

 

 

İsmail

Meh. Emin

 

8        —

" —             —

Mustafa

Hac. İbrahim Kahveci

— Orucakân

Mahallesi

 

Mehmet

Halit

Orakçı

8 Balıkesirli Bu milletten

(Türk)

Hasan

Hac. Rafet

Bakkal

9 İslâm

İslâm

—               -

Rıfkı

Şakir

Saraç

11 Müslüman

Türk

Sultan Mahmut —

Mehmet

Ahmet

Demirci

10 İslâm

Türk

—             —

Ahmet

Hidayet

Keçeci

8 Biğadiçten

—             —

Kadri

Mustafa

Bağcı

9 İslâm

—    Gökte oturuyor

Dilaver

Süleyman

yüzbaşı

5 Müslüman

Müslüman

—             —

Efendiler! bu cevaplar çok elimdir 1... Görüyorsunuz ki taş­raların cehaleti imlâ ve kıraat cehaletinden ibaret kalmıyor. Taşralar, padişah, din, millet...dahil bilmiyorlar 1. Değil, Aydın, Bursa vila­yetleri...! İstanbul'dan biriki saat ötede bir köyde: Çamlıca'nm Bulgurlu Nahiyesinde ibtidâi tahsilini bitirmek üzere bulunan on iki yaşında bir çocuğa sorduğum suallerin cevaplarını dinleyiniz:

  • Yaşın kaç?

  • On

  • Cenabı Hak nerdedir?

  • Gökte oturuyor.

  • Ne yapar?

  • Musluğu açar yağmur yağdırır 1

  • Bu karşıki dağlar kimin ?

  • Sütçü Alinin1.... İneklerini otlatıyor 1...

  • Zabit ne yapar?

  • Neferleri döver 1

  • Padişah nerede?

  • Bilmem !...

  • İstanbul'da ne var ?

  • Pabuç, Şeker.

İşte efendiler! Millî Talim ve Terbiye Cemiyeti böyle bir cehalete ilân-ı harp için teşekkül etmiştir. İrfanda sefaletimizin daha elim manzaraları vardır. Bursa şehrine yarım saat mesafede bulunan Dobruca köyünde köy çocuklarını asr'a (yüzyıla), talebesini yirminci asrın köylü hayatına hazırlamaya memur (görevli) olan bir ibtidâi mektebinde bulduğum eşyayı tedrisiye (eğitim, öğretim araç ve gereç­leri) bakınız neden ibarettir:

Adet       Eşyanın İsmi                                                eb'âd ve eysâfı

1             Odun kırmaya mahsus balta                  ufak mikyasta

1             Çinko levha (Yazı tahtası)                     duvara çivilenmiş

4             Sıra                                                         âdi kalastan

3             Rahle                                                      ayaksız âdi kalastan

Ocak                                                       açık

Pencere                                                   40x40 santim

pencere                                                   120x40 santim

Koyun Postu                                           eski

Toprak testi                                            ağzı açık, kara

2             Değnek

1             Süpürge

1             Yamalı minder

1             Maşa

Elma ve ceviz kabukları                          Duvardaki hücrenin içinde

 

 

Bu mektebin kız, oğlan yirmibeş talebesi var. Bunlardan yalnız on ikisi müdavimdir (devamlı öğrenci). Hocanın maaşı seneî (yılda) binbeşyüz kuruştur!... İşte yalnız İstanbul mekteplerine bakıp da hülya kurmak çok tehlikelidir 1...

Millî Talim ve Terbiye Cemiyetini tesise saik (kurmaya sevkeden) olan ihtiyaçlardan biri de ecnebi irfanına (yabancı kültüre) karşı memleketçe ilân-ı harp edilmiş olmasıdır. Memleketin bir kısım ferdleri ecnebî müesseselerden (yabancı kurumlardan) yetişmiş çok kere ecnebi telkinât ve terbiyenin (yabancı fikir ve eğitimin etkisi) altında kalmıştır. Hükümet Pây-ı tahtındaki (İstanbuldaki) esnebî mües­seselerini kapatmakla çok iyi birşey yapmıştır, fakat bu kâfi değildir. Lâzım ki hükümet tarafından idâvereten yapılan bu muamele millet tarafından, irfânen (bilim), iktisaden (ekonomik), içtimâen (sosyal), techîz edilsin. (donatılsın).

Meşrutiyet'ten sonra memleketimizde birtakım tahavvüller (de­ğişmeler) oldu, Ezcümle, kadının hayatı değişmeye başladı. Eğer kadın inkılâbını, kadın irfanı (kadının eğitilmesi) takip etmezse bu inkılâptan hayır gelmez. İnkılâpların zuhuru (devrimlerin yapılması) kâfi değildir. Bunların tesisi lâzımdır. Tesis ise, ancak terbiye (eğitim) ile mümkün olabilir. İşte Millî Talim ve Terbiye Cemiyeti memleke­timizde hasıl olan bir takım idaellerin tahakkuk ve tebellürüne (ger­çekliğini net olarak ortaya çıkarmaya) çalışacaktır.

Meşrutiyet'ten sonra memleketimizde yeni yeni mektepler, ter­biyeler vücuda gelmiştir. İzcilik, El İşleri, Resim, ana mektepleri... hep bu cümledendir. Bunlar ecnebî irfanının (yabancı kültürün) te­siriyle bize gelmiştir. Tarih gösteriyor ki bir memleket diğer bir mem­leketin müessesatını (kurumlarım) aynen taklid ederse, ondan faide gelmez. Meselâ izcilik meselesini tetkik edelim: İzcilik, (Baden Powell) isminde bir İngiliz generalinin Afrika-yı Cenubî Muharebatı'nda (Güney Afrika Savaşları) İngiliz gençlerinin adem-i muvaffakiyyet (başarısızlıklarını) görerek İngiliz ruhuna göre yaptığı bir terbiyedir.

Halbuki Baden Powell'in izciliği memleketimizde gençlere bayır tır­mandırmaktan ibaret kalmıştır!... Çünkü onu anlayamadığımız gibi kendi içtimâi bünyemize, millî terbiyemize muvafık bir hale koymayı düşünecek bir müesseseye de mâlik değildik. İlmî müesse­selerle tanzim edilmeyen teceddüdler (yenileşmeler) daima inhiraf (sapma) eder. Cemiyetimiz böyle ilmî bir vazife etrafında toplanmış­tır. Cemiyetimizin teessüsüne (kurulmasına) sebep olan ihtiyaçlardan biri de pedagojiyi ta'mim (genelleştirmek, yaymak) zaruretidir. İn­sanlar kurûn-i vustâ'da (ortaçağ) ticarette, dinde, terbiyede basit müessesata malik idiler (basit kurumlara sahiptiler). Yirminci asır­daki inkısâm-ı âmâl (iş bölümü) hayatı, çok karışık, güç bir hale getirmiştir. Yeni nesilleri yeni hayata alıştırmak, bütün milletlerin endişesidir. Onun için her mütemeddin (uygar) memleketin terbiye (eğitim) sistemi, terbiye âlimleri, terbiye mütefekkirleri vardır. Yir­minci asırda bir memleketin elektriksiz yaşamasına nasıl imkân yoksa, Pedagojisiz yaşamasına da öylece imkân yoktur 1... Gerçi memle­ketimizde iyi kötü bir terbiye ve usûl-i terbiye (eğitim yöntemleri) vardır, fakat mâ-teessüf pedagoji yoktur, bu teessüs ve ta'mîm (kurulma ve yaygınlaştırma) edemedi. Millî Talim ve Terbiye Cemiyeti, pedagojinin teessüs ve ta'mîmine çalışacaktır.

Cemiyetin bazı müessisleri (kurucuları) İstanbul sokaklarında sürünen kız, erkek çocukları, izzet-i nefs (onur) ve namusunu satan kadın ye erkekleri görmüşlerdir. Aynı zamanda müessisler Avrupa'da, Amerika'da bu nev'i insanların ikdisâdî ve içtimaî refahını temin et­tiklerini öğrenmişlerdir. Bu zavallıları kurtarmak da cemiyetin mak-sadlarından biridir.

Şimdi cemiyetin ıslahat ve teşebbüsatındaki ilmî esaslarından bahs edeceğim.

Cemiyetimizin "Talim ve Terbiye" kelimelerinden anladığı ma'nâyı muhterem arkadaşım Sami beyefendi pek güzel izah ey­lemişlerdir. Biz talim ve terbiye diyerek bir çocuğun iyi bir hayata hazırlanması için ne lazımsa onu yapmayı anlıyoruz. Çocuk terbiye­sinde çocukların isti'dâdına muhalif (yeteneklerine karşı) hareketler yapmak tabiata karşı gitmek niyetinde değiliz. Bilâkis tabiatın bu, sermayesini kullanmak memleketin tabiî bir serveti olan çocukları işletmek cihetini iltizâm edeceğiz.

Cemiyetin maarif müessesesi (eğitim kurumu) hakkındaki nokta-i nazarı (görüşü) içtimaîdir. Şöyle ki: Cemiyet bu müesseseyi bir insanın odası, yahut bir taş parçası gibi muhitinden ayrı bir şey far­zetmiyor, bunu muhitine, muhitinin bütün diğer kuvvetlerine mer­but(bağlı) millî ve mahallî bir şey olarak kabul ediyor. Diyoruz ki herhangi bir uzviyetin meselâ bir insanın bir uzvu (organizması) hayatının şartlarına ne kadar muvafık (uygun) ve mutabıkise maarif de aid olduğu cemiyetin bünyesine o kadar muvafık ve mutabıktır. Maarif milletlerindir. Maarif ve ıslâh-ı maarif (eğitimin yenileştirilmesi), millî ve mahallî bir meseledir. Maarifin millî ve mahallî bir mesele olduğunu kabul ettikten sonra ne kadar iyi olursa olsun meselâ Avrupa'dan, Amerika'dan aynen alınıp memleketimizin bünyesine tatbik edilecek herhangi teşhilâtın müfîd (faydalı) olamıyacağına kanaat ediyoruz.

Cemiyetin millî talim ve terbiye ıslâhatında kabul ettiği bir kanun vardır. Bu ferde "Azamî ferdiyet, azamî içtimâiyet" (tam kişilik, tam sosyallik) temin etmektir. Bütün memleketlerde her türlü iktisadi, içtimâi, irfanî ıslâhaların felsefesi bu noktadadır. Ferdlerin ferdiliklerini kuvvetlendirmek ve ferdler arasındaki içtimâi alakaları mu­habbetleri artırmak... bu kanunu tanımıyan bir ıslâh, değildir. "Azamî ferdiyet, azamî içtimâiyet" kanunu Millî Talim ve Terbiye Cemiyetinin destûrudur.

Millî Talim ve Terbiye Cemiyeti ıslâh teşebbüslerinde ilmi ara makla beraber, malum ve mevcut ilimlerden, âlimlerden istifade
etmeyi de düşünecektir. Çünkü müessisler kendilerini meselede ye gâne selahiyetli farzetmiyorlar. Emel ve gayemiz namına iktisatçı,
içtimâcı, terbiyeci herkesten istifadeyi bileceğiz. Bu zatlara söyleteceğiz, yazdıracağız. Sonra bunların fikirlerini usûl, âdet, terbiye halinde tatbik etmeye ve ettirmeye çalışacağız.                                       '

Cemiyetin mesleği (yolu) mümkün olduğu kadar hülyakarlıktan uzaklaşmak, yine mümkün olduğu kadar hakikatperest olmak­tır. Biliriz ki, hayal, ufak milletlere büyük memleketler kazandırır. Sefillere saadetler ihsan eder. Fakat cemiyet yalnız hayalle vakfemel (Ümit bağlama) edemez. Teşebbüsatını daima hakikat ve müsbitat (kesin olan) ile tartmak ister.

Cemiyetin müracaat edeceği vasıtalara gelince: Ezcümle, kongre­ler bir iki senede bir kere olacak. Memalikî Osmaniye'nin her noktasından İstanbul'a gelecek terbiyeciler, muallimler, mütefekkirler (düşünürler), bu kongrelerde muhtelif meseleler üzerinde düşüne­cekler görüşeceklerdir. İlk kongrelerimiz meselâ Terbiye-i ahlâkiye ve diniye gibi bahslere ait olacaktır. Geçen sene en büyük maarif müesseselerimizde yaptığım tetkikat ile anladım ki gençlerimizin kısm-i azâmi (büyük bir kısmı) dinsizdir. Her cemiyetin bir dini var­dır. Millî Talim ve Terbiye Cemiyeti bu memlekette yirminci asrın icabatıyla (gerçekleriyle) telif edilebilir bir din ve imanın ehemniyetini büyük görür. Gençlerimizde husule gelen bu tagayyür (değişme-bozulma) müstakbel hayatımız için çok fenadır. Kongrelerde mevzu­bahis (söz konusu) olacak bir çok meseleler memleketimizde yeni yeni kanaatlerin sağlam imanların intişarına (çoğalmasına) yardım edecektir. Sergiler yapacağız yerli ve ecnebî mütefekkirler bir noktada müttehiddirler (birleşmişlerdir). Bu memleket çalışıyor, fakat çalış­manın yolunu bilmiyor. Bütün mesai infirâdi (bireysel) kalmış, bu mesai içtimai yollar bulamamış, onun için dağılmış, kurumuş. Eğer bu mesai toplanırsa büyük kuvvetler ve büyük ceryanlar vücude getir­mek mümkün olacaktır. Millî Talim ve Terbiye Cemiyeti bu ferdi kuvvetleri toplayarak memleketin menfaatına hadim bir yekûn elde etmek istiyor. Bunun da en nazari çaresi memleketin maarif adamları arasında bir tanışma şebekesi vucude getirmektedir. Aynı maksada bilâmel ermek için, meselâ sergiler açmak lazımdır. Bu sergilerde en aciz bir mürebbiden en âlim bir terbiyeciye kadar herkes emeğinin mahsulünü teşhir edebilmeli. Bu sergilerden taşralı mürebbilerin mem­nun olacaklarını ümid ediyoruz. Çünkü onların hizmet ve muvaffa­kiyetini düşünen ve seven bir cemiyet olduğunu göreceklerdir.

Konferanslar yapacağız. Bunlar ilmî ve terbiyevî iki kısım olacak­tır. Terbiyeviler ahali içindir. Ahali konferansları, İstanbul'da ve taşrada yapılacaktır. Bu konferanslarda köylülere "siz gerisiniz, ilerleyiniz" demiyeceğiz. Köylüye anlatmak için ona yaklaşmak lazımdır. Bunun için köylüdeki din, padişah, çocuk, aile, tarla.. .his­lerine müracaat lazımdır.

Köylülere verilecek fikirler, yaşamak, saadet, temizlik... gibi gayet basit fikirler olacaktır. Bütün ahâlî konferanslarımızdan maksad bu hisleri yaratmaktadır.

Köylü ve çocuk kütüphanesi tesis edeceğiz. Bu kitaplarda Padi­şahı, memleketimizin ufak bir toprak olmadığını, dünyada mesud olmayı, kanuna itaat etmeyi... öğreteceğiz. Bu kitaplar herhangi bir kütüphanenin kitapları olmayacak. Köylüler ve çocuklar tara­fından sevile sevile okunabilecek iri yazılı, resimli, muhtazar (hazır­lanmış) şeyler olacaktır.

Bir mecmua neşr edeceğiz (yayınlayacağız). Bu mecmuaya ilmî fikirlerimizi, ıslâh ve tadîle (yenileşme ve değişmelere) ait nazariye­lerimizi (görüşlerimizi) ve memlekette maarif teşkilâtına dair rapor­larımızı dere (yayınlayacağız) edeceğiz. Mecmuanın mahiyeti ilmî kalacaktır.

İstanbul'da cemiyetin merkez-i .umumisi dahilinde (genel merkezi içinde) bir "Danışma Odası" olacak. Bu odanın vazifesi taşraya ma­lûmat göndermektir. Anadolu'da birçok adamlar gördük ki, İstanbul' dan çocukları, mektepleri için bir şeyler getirtmek istiyorlar. Meselâ bir mektebin kabul şeraitini (okula giriş şartları) sormak, bir kitap almak istiyorlar. Fakat adamları olmadığı için ötekine berikine mek­tup yazıyorlar. Mektuplar oraya buraya takılıp kalıyor. Eğer bu su­allere cevap verecek bir "danışma odası" bulunursa, maarife ait mu­haberat (yazışmalar) ve münakalât (yazışmalardaki çabukluk) artar. Bu surette maarifin taammümü (yaygınlaşması) kolaylaşır. Cemiyet bu vazifeyi fahriyen deruhte edecektir, (hiç bir karşılık beklemeden yürütecektir.)

Millî Talim ve Terbiye Cemiyeti, Servet-i Millîye'nin (Devlet Bütçesi) kendisine ihsas (vereceği) para ile mütenasip mektepler de açacaktır. Yalnız bu bab da fazla vaadde bulunmayalım. Bu işler daima para ile mütenasip olabilir. Emin olunuz ki cemiyetin müessisleri (kurucuları) arasında sahib-i servet (zengin) bir kimse yoktur. Bu işte biz millete istinâd (güvenme) ediyoruz. Cemiyetin bütün müessisleri insandır. Onlardan bir fevkaladelik memul (beklenti) olamaz. Yalnız bize denilecekki esasen varidat-ı devleti (devlet gelirlerini) adilâne taksime memur olan bir Maarif Nezareti varken ve bu Nezaret mektepler küşâd ederken sizin Cemiyetiniz bu Nezaretle rekabete mi kalkışacak ?... Hayır ma'lûmu âlinizki (bildiğiniz gibi) husûsi mü­esseseler resmi mekteplerin izcileridir. Resmi mektepler tabiatları iktizâsı (yapılarının gereği) muhafazakardırlar. Husûsi müesseseler birer tecrübe ve teşebbüs yeridir. Maksad bir teşebbüs ve teceddütdür. Biz iktisâdi müesseseler de açacağız. Buralarda zavallıların hem talim ve terbiyesi hem de iaşesi (geçimleri) taht-ı temine (garanti altına) alınacaktır. İsveç'de bu nev'i müesseselrin ne surette idare edildiğini görmüştük. Bu işte vazifemiz iktisâdçılarla müşterektir.

Bu cemiyette riyaset (makam) mevki (statü) şeref iddia edecek bir kimse yoktur. Cemiyetin bütün teşebbüsatında yalnız bir ismin dolaştığım göreceksiniz: Millî Talim ve Terbiye Cemiyeti! Cemiyet her türlü hodbinliklerden müzehhezdir. (armmış) Cemiyet evvelâ emelinin büyüklüğüne sonra fikirlerinin vasıtalarının kudretine da­yanıyor ve âtiden (gelecekten) ümitleniyor.

  

Kaynak: Millî Talim ve Terbiye Cemiyeti Mecmuası, Eylül, 1, İstanbul 1331 (1915), s. 13-20

 

Yazıyı pdf formatında açmak için tıklayın

Sayfa başına dön!