Ahvalimiz ve geleceğimize dair

... O iklim kim(ler) tarafından ve nasıl oluşturulacak? ...

resim
05.07.2019

Günümüz dünyasında gelişmiş ve gelişmemiş toplumların karşılıklı tutumlarını masaya yatırıp sorgulamak gerekiyor. Başta enerji olmak üzere, kaynaklardan yararlanmada yaklaşım farklılıklarını; "ben yaşamayı hak ediyorum; sen ölürsen öl!.." mealli yaklaşımı... Diğer bir ifadeyle "güçlünün haklı olduğu" bir düzenle insanlık nereye kadar gidebilir?

Doğal yaşamı sürdürülebilir kılan, çeşitlilik temelinde varlıkların birbirlerine yaşam desteği sağlayarak varlıklarını sürdürdükleri yardımlaşma, yok etmeme dinamiğine aykırı giden bir tür -insan-, daha çoğuna sahip olma; daha çoğunu tüketme/biriktirme/sömürme ihtirası ile nereye kadar varlığını koruyabilecektir? İklim değişikliği örneği ortada iken!..

Bu, ateş olsa cürümü kadar yer yakacak olanların tek başına üstesinden geleceği bir sorun değil. Ancak bu gidişatın sürdürülebilir olmadığı kanaatini besleyen de bir gerçeklik.

Bugünkü modern-vahşi ortamı kendi koşulları içinde "var ve devam eder"sayacak olursak ezberci/taklitçi, akılcılığı özümsememiş toplumların, insanlığın "duvara toslayacağı" güne varmadan yok olup gitmesini beklemek doğaldır. "Var ve devam eder" koşulunda sürekliliğin, yani doğal yaşamın dinamiğini aşarak sürme olasılığının garantisiyok. O bağlamda iki tarihsel örneği hatırlayarak geleceğe bakmakta yarar var.

Her iki örneği yakın geçmişte toplum olarak biz yaşadık. Milli Mücadele ve Kurtuluş Savaşını kazanmamızdaki tarihin akışını değiştiren iki olay.

Birisi Çanakkale; o gün geçilebilseydi,müttefiklerinin yardımı yetişeceğinden Çarlık rejimi güçlenecek ve Sovyet Devriminin gerçekleşmesi -en azından- geciktirilmiş olacaktı.

İkincisi o devrimin erken ve tam vaktinde başarılması dengeleri değiştirivermiştir. İşgal altında, ordusu dağıtılmış, silahları elinden alınmış bir ülkede iç sosyal dinamiklerin direnişi, düşmanın müttefik haline gelmesi sayesinde güç bulabilmiştir.

Yani koşullar beklenmedik şekilde değişebiliyor.

Koşulların -örneğin sadece bizi- yok edeceği ortam doğmadan, "modern-vahşi" düzenin öğütücülüğüne direnerek varlığımızı sürdürebilmek; iç ve dış dinamiklerin elimizi güçlendireceği ortama hazırlanma - ertesi güne- hazır olma bağlamında neler yapılabilir? BN/BA (1) şapkalı arayışlarımızın bu çerçevede olduğu biliniyor.

Osmanlı toplumunun 18. ve 19. yüzyılların Avrupa’sındaki aydınlanma hareketinden, bilimsel ve teknolojik gelişmelerden habersiz; birdenbire Sanayi Devriminin ürünleri ve siyasetiyle karşılaşınca içine düştüğü açmazın hatırlaması gerekiyor.

Sanayi Devrimi sürecinde, buhar gücünün keşfi, buhar makinalarının icadı; o makinaların gemilerde, fabrikasyon üretim makinalarını döndürmede kullanımı; orduların yeni silahlarla donatımı ve yeniden teşkilatlanmaları, yeni meslekler, yeni ihtiyaçlar ve yeni pazar arayışlarına yol açmıştır. Avrupalı çağdaşı devletler, bu değişim ve dönüşümleri hayata geçirmiş haldeyken Osmanlıyla çıkardıkları savaşları kazanmışlar; ucuz hammadde temin kaynağı ve bol tüketici pazarı olmasından yararlanma yoluna gitmişler; bunda başarılı da olmuşlardır.

Osmanlı Batılı’nın bu imkanlarından yararlanmanın yolunu onlardan ürün satın almakta ve/ya akıl almakta görmüştür. O ürünleri alıp kullanmaktan öte toplumun/devlet bürokrasisinin bunları “üreten düşünme dünyasını” özümseyerek kendi katkısı ile büyütmede geç kaldığı -belki de beceremediği- için Sanayi Devrimi trenini kaçırmıştır.

Yani toplumun yaşam faaliyetleri içinden büyüyerek ortaya çıkan, ürün veren bir gelişme yaşanmadan gelişmiş toplum olunamıyor.

Ancak modern harp sanatını öğreten, orduya, veteriner, sağlık elemanı, istihkâmcı -mühendis- yetiştiren okullar ile malzeme ihtiyaçlarını karşılayan imalathanelerde yetişen insan kaynağını yetiştirebilmiştir. Nitekim, Dünya Savaşı’ndaki ve Kurtuluş Savaşı’ndaki başarıları o müesseselere ve oralardan yetişen kadrolara borçluyuz.

Bu gerçekler, karşı karşıya bulunduğumuz modern-vahşi rekabet dünyasında ayakta kalabilmemiz bakımından ilham verici görünüyor.

Güçlünün hukukunu dayatanların bugünkü dünyada geldikleri aklı kullanma, düşünme tarzı ve üretim olanakları ile meydan okuyuşlarına, onların ürünlerini para/kaynak harcayarak alıp kullanmakla -bir nevi taklitçilikle- onlarla rekabet etmek; yarattıkları tehdit ve tehlikelere karşı durabilmek mümkün görünmüyor.

Toplum, iyi tanımlanmış bir “büyük ülkü” etrafında dayanışmacı bir birlikteliği, ihtiyaç olarak görmek durumunda. O ülkü’nün gerçekleşme koşulları başlıca, inovasyona, özverili “artı değer” üretimine; rakiplerine pazar olmama güdülü tüketim alışkanlığına, tasarruflarını yüksek nitelikli insan kaynağı yetiştiren eğitim sistemine ve Ar-Ge yatırımlarına tahsis etmeye bağlıdır.

Eğitim sisteminden, bilgi doldurma amaçlı; ister ezberleterek isterse “gel ben sana öğreteyim” türü dayatmalı bir öğretim şekli anlaşılmamalıdır. Eğitim, öğrenmeyi kolaylaştıran; öğrendikleriyle düşünme fiilini işleyebilen; akılcı, tutarlı ve üretken -kendi sorunlarını kendi çözmeyi başarabilen-; sağlam kişilikli, öğrendiklerinin, yaptıklarının, yapması gerekenlerin toplumun “büyük ülkü”sü doğrultusunda; onunla uyumlu olmasını kolaylaştırabilmelidir.

Bu her ne kadar içe kapalı bir toplum görüntüsü çağrıştırıyor olsa da; güçlülere yem olmadan güçlenme süreçlerini işletmenin olmazsa olmazları olarak görünüyor. Zira olumlu sonucu doğuracak her adım ve her tohum, yeşerip ürün vereceği uygun bir iklim ister. O iklimi yaratmadan zoru başarmak ne yazık ki, olanaklı değil.

Bizim Cumhuriyet’in kuruluş öncesi ve sonrası safhalarını olduğu kadar; Beyaz Zambaklar Ülkesi romanındaki özverili çabaları çağrıştıran bir çerçeve…

Haa! O iklim kim(ler) tarafından ve nasıl oluşturulacak?

Tabii ki,“Ben bu işte kendi olanaklarım ve yapabileceklerimle varım” diyenler tarafından. Büyük ihtimalle o yolda çalışmaya başlamış olanlar bile vardır.


Necati Saygılı
Çiftlikköy, Yalova, 4 Temmuz 2019


(1) Beyaz Nokta Gelişim Vakfı ve onun bir projesi olan Birleşik Akıl Ağı kapsamında, sorun alanlarında iyileştirmeler meydana getirecek tohum nitelikli düşünce üretme tabanlı zihinsel çalışmalar.

Sayfa başına dön!