Bulunduğunuz sayfa :

Ana Sayfa >> Haberler >> Kitlelerin Bilgeliği

Haberler

Kitlelerin Bilgeliği

Sayın Ahmet Tuna’ya teşekkürlerimizle…

resim
07.06.2018

Kitlelerin Bilgeliği (1)

Bir grup insan bir araya geldiğinde; hem negatif hem de pozitif sonuçlarla karşılaşabiliyoruz. Bu zaten yaşamın her alanında karşılaşılan bir ikilem değil mi? Her gelişme, aynı zamanda hem negatif, hem de pozitif sonuçlara sebep oluyor. Tabii negatif ve pozitif kavramlarını da durduğumuz noktaya göre biz yüklüyoruz. Başka bir noktadan bakınca negatif ve pozitif yer değiştirebiliyor…

Kalabalıkların negatif yansımalarını; öfke dalgalarında, linç ya da yağma girişimlerinde görebiliyoruz. Eric HofferKesin İnançlılar kitabında konunun boyutlarını, sade bir dille anlatıyor. Napolyon veya Hitler gibi karizmatik liderler etrafında birleşen kalabalıkların da geniş coğrafyalarda yarattıkları derin üzüntüler, kitlelerin ürettiği negatif yansımalar olarak ele alınabilir (netice zafer olsaydı, kazananlar duruma pozitif anlam yükleyeceklerdi, doğal olarak)…

Bu yazının konusu ise, insanların bir araya gelmeleri sonucu doğabilecek negatif değil, pozitif yansımalar...

***

1968 yılında Atlas Okyanusu’nda Scorpion adlı bir denizaltı kayboldu. Elde olan tek veri denizaltıdan en son haber alınan noktanın koordinatlarıydı. Bunlardan yola çıkarak aramalara başlandı. Okyanusta, 35 km genişlikte ve binlerce metre derinlikte aramalar yapıldı ve sonuç alınamadı. Bu noktada, çoğu kişiye göre tek çözüm en yetkili denizcileri toplayarak onlardan oluşan bir arama ekibi kurmaktı. Fakat John Craven böyle yapmadı…

Craven ilk önce, Scorpion’a ne olduğunu açıklayacak alternatif senaryolar kurguladı. Sonra; matematikçiler, denizciler ve kazalardan kurtulmuş insanları da dahil ederek, çok değişik insanları barındıran bir ekip kurdu. Bu kişilerin her birinden ayrı ayrı, senaryoların ne kadar olası olduğunu tahmin etmelerini istedi. Gruptaki kişilerin her biri; denizaltının neden kaybolduğu, okyanusun dibine düşerken ki hızı, düşme anında aracın dikliği de dahil olmak üzere birçok konuda iddialar ürettiler. Bu bilgilerin hiç biri aslında tek başına denizaltının yerini gösterebilecek türden değildi, fakat Craven bunlara dayalı olarak kapsamlı bir resim oluşturduğunda, en azından daha iyi bir tahmin yürütmeyi umuyordu...

Bu sürecin sonunda elde edilen tahmin, gruptaki herkesin tahminlerinden çok farklıydı ama bir bakıma grubun kolektif tahminiydi. Yani aslında, ortaya çıkan fikir, gruptaki zeki insanların yönetiminde varılan bir sonuç değil, herkesin ayrı ayrı ama ortak olarak vardığı dahice bir sonuçtu. Scorpion, kaybolduktan beş ay sonra, Craven’in grubunun tahmin ettiği noktanın 200 metre ilerisinde bulundu. Gruptaki hiç kimsenin denizaltının kaybolma nedenini, kaybolurkenki hızını ve dikliğini bilmemesine rağmen, aslında grubun bir bütün olarak tüm bunları bildiği ortaya çıktı…

***

Psikoloji ve istatistik alanlarındaki önemli isimlerden biri olan Sir Francis Galton, toplumun sağlıklı ve güçlü olabilmesinin tek yolunun soyluluk ve seçici çiftleşme sonucu ortaya çıkan bireylerce yönetilmesinden geçtiğini düşünürdü. 1907 yılında bir sabah kasabadaki panayıra giderken, o günün yaşamında ve görüşlerinde köklü değişikliklere yol açacağını tabii ki bilmiyordu…

Panayırda bir ağırlık tahmini yarışması yapılıyordu. Bir öküzün kilosunu tahmin etmeye çalışan köylülere, yaptıkları doğru tahmin karşılığında ödül vaat edilmişti. 787 kişi bu tahmin yarışmasına katıldı. Katılanlar birkaç kasabın dışında, civarın köylüleriydi. Galton bu yarışmayı siyasi bir oylamaya benzeterek şöyle düşündü: “Ortalama bir yarışmacının, öküzün doğru kilosunu tahmin etme şansı, ortalama bir oy verenin, ülkesine faydalı olanı doğru bilme olasılığına benzer.” Galton bu noktada, “ortalama oy verenin” aslında ne kadar beceriksiz olduğunu kanıtlamak amacıyla bu yarışmayı bir deneye dönüştürdü. Yarışma bitip, sonuçlar açıklandığında, Galton tüm yarışmacıların tahminlerinin ortalamasını buldu. Kuşkusuz Galton’ın tahmini, bu sayının öküzün gerçek kilosuna yakın olmayacağıydı. Sonuçta birkaç “uzman” yani kasap, birkaç ortalama insan ve pek çok “aptal” insanın birleşmesiyle ortaya çıkan bu tahminin doğru olması mümkün görünmüyordu. Yarışmacıların toplu tahmini (ortalama olarak), öküz kesildikten sonra 544 kg. olacağı yönündeydi. Öküz tartıldı ve gerçekten de 544,5 kg. idi. Toplu tahmin mükemmel denebilecek bir sonuç vermişti…

***

James Surowiecki, 2004 yılında yayımlanmış olan  Kitlelerin Bilgeliği  (Çok Kişinin Aklı Neden Az Kişinin Aklından Üstündür ve Kolektif Akıl İş Dünyasını, Ekonomileri, Toplumları, Ulusları Nasıl Biçimlendirir?) kitabında, meseleyi Galton’ın getirdiği yerden alıp, detaylı bir analizle inceliyor. Surowiecki’ye göre kolektif aklın doğru sonuçlara varabilmesi için belli koşulların sağlanması gerekiyor. Bunların başında çeşitlilik geliyor. Yani kalabalığın olabildiğince farklı görüşten insanlardan oluşması gerektiğini söylüyor. Başka bir söyleyişle, aynı fikirde insanlardan oluşan bir kalabalığın kararı, o kadar da yerinde olmuyor. İkincisi merkeziyetçi bir yapının olmaması. Hiyerarşik yapılarda kolektif akıl etkin hale gelemiyor. Üçüncüsü bağımsızlık. Kişiler karar verirken çevresindekilerin etkisi altında kalmamalılar. Sonuncusu da mutlaka bir karar verme mekanizmasının kurulması, kişilerin özel kararlarının kolektif karara dönüşebilmesinin sağlanması. Bu koşullar sağlandığında çok sayıda insanın ortak aklı, o grubu oluşturan tek tek bireylerden daha doğru sonuçlara ulaşabiliyor. Yeter ki çeşitlilik olsun, insanlar merkezi bir aklın güdümüne girmesin, kanaatlerini hiçbir kısıtlama olmaksızın iletebilsin...

Gözlemlerin, ortak aklın olağanüstü sonuçlarını ortaya koymasına rağmen, bırakın daha üst seviyeleri, basit bir sivil toplum örgütünde bile ortak aklı çalıştıramıyor olmamız üzücü. Görüntüde ortak akla yöneliyormuş gibi yapıyoruz ama gerçekte ortama egemen olan, fikri de belirliyor. Ortak aklı, “mış” gibi çalıştırıyoruz. Surowiecki ortak aklın doğru sonuçlara varabilmesi için dört koşuldan bahsediyor. Bunlar; grupta tüm görüşlerden insanların olması, hiyerarşik bir yapının olmaması, serbestçe fikir üretebilmek ve bir karar verme mekanizmasının olması. Biri olmazsa bile süreç sağlıklı netice vermiyor. Gözlediğim topluluklarda bırakın dördünün birden olmasını, koşullardan birinin bile, ne yazık ki, gerçekleşmediğini görüyorum. Umarım bu kısır döngüyü bir yerinden kırarız…


Kitlelerin Bilgeliği (2)

Geçen haftaki yazımda; kolektif aklın olağanüstü sonuçlarından söz etmiştim. Kaybolan bir denizaltıyı bulmak için oluşturulan grubun, ellerinde pek bir veri olmamasına rağmen masa başında doğru yeri nasıl bulduklarından, çoğunluğu konuyla ilgisiz kişilerden oluşan başka bir grubun bir öküzün ağırlığını nasıl neredeyse tam olarak tahmin edebildiklerinden (tahminlerin ortalaması alınarak) bahsetmiş ve Surowiecki’nin kolektif aklın doğru sonuçlara ulaşabilmesi için saptadığı koşulları yazmıştım. Konuyla ilgili aktarmak istediklerim köşe yazısı sınırlarına sığmayınca, yazıma bu hafta devam etmek istedim.

Bireysel veya toplumsal sorunlarımızı çözmeye tabii ki çok istekliyiz. Ancak aklımıza ve kişisel değerlerimize (ve de çıkarlarımıza) olan aşırı inancımız, kendimizi hapsettiğimiz dar alandan çıkıp sorunları çözmek adına diğer insanlarla sağlıklı ve dürüst etkileşimler kurmamıza, ne yazık ki yeterince izin vermiyor. Genellikle bu tür iletişimleri vakit kaybı olarak da görüyoruz.

Issız bir geniş arazide yolunu kaybetmiş birinin; güneşi, yıldızları ve sair yardımcı olabilecek faktörleri inceleyerek yolunu bulmaya çalışması yerine, “bu işler vakit kaybı, tahminlerime güvenip bir an önce koşar adımla yola çıkmayalım” diyerek rast gele bir yönde yürümeye başlaması gibi; bizler de sorunlarımızı, önce yardımcı olabilecek yöntemler bulmaya çalışacağımıza, sorunların içine balıklama dalıp, rast gele çabalarla çözmeye çalıştığımızı düşünüyorum.

Yolu kaybedince güneşin yardımına başvurmak nasıl yararlı bir yol ise, sorunlarımızın içinde kendimizi kaybettiğimiz zamanlarda da, başka insanlarla beraber oluşturulabilecek birleşik aklın sesine kulak vermenin oldukça yararlı olabilecek bir yol olduğuna inanıyorum…

***

Birleşik Akıl kavramı söz konusu olduğunda, ülkemizde akla gelebilecek önemli bir ismin Sn. Tınaz Titiz olduğunu düşünüyorum. -80’li yıllarda bakanlık yapan ve bildiğim kadarıyla 14-15 tane kadar basılı kitabı olan Tınaz Bey, bana göre ülkemizde düşünce üreten en önemli ve nadir insanlardan birisi. Tınaz Bey, çocukluğumuzdan beri içselleştirdiğimiz her şeyin, etrafımıza ördüğümüz duvar için tuğla görevi gördüğünü söylüyor. Bu duvarla iç tarafta kendimiz için bir rahatlık alanı oluşturuyoruz ama buna karşılık düşünsel özgürlüğümüzü feda ediyoruz.

Konuya dair Tınaz Bey şunları söylüyor: “Her korku, her takıntı, her yeni bilgi, her alışkanlık, her travma yeni küçük duvarlar örmeye devam eder ve kişinin asıl özgürlüğünü oluşturan düşünsel özgürlük alanı giderek daralmaya başlar. Beklenti, korku,  takıntı, tutku, kendini beğenme – beğenmeme, nefret, unvan, rütbe, meslek, siyasal veya dini ideoloji, inanç veya inançsızlık, gelenek ve töreler, ritüeller gibi duvar öğeleri ile çevrelenmiş özgür düşünme alanları son derece çeşitlidir ve benzer özgür düşünme alanına sahip iki kişinin bile bulunması neredeyse imkansızdır…

İyi de bu durumda nasıl anlaşabiliyoruz? Aslında anlaşma söz konusu değildir; gerçek yaşam, karşıdaki tarafların savlarından en az zarar görebilecek pozisyonlar alabilmek amacı çevresinde oluşur. Düşünme alanlarının bir sürü duvarla daralmış olduğunun farkına varılması halinde ise şunlar olabilir: Kendisi açısından doğru-iyi-güzel olanların, ancak kendi özgürlük alanının ürünleri olduğunu; bunların ise bir başkasınınki ile aynı olması olasılığının sıfıra yakın olduğunun bilincine varabilir. Kendisine doğru-iyi-güzel görünen perspektifin çarpıtılmış bir perspektif olduğunu anlar ve bir başkasındaki perspektifi anlamak yolunda müthiş bir merak doğarki yaratıcılığın kaynağı bu meraktır. Aynı zamanda sorunları çözmek için çok güçlü bir aracın, yani başkalarının perspektiflerinin varlığını keşfeder. Bu gerçeğin bilincine varmış iki veya daha çok kişinin perspektiflerini birleştirerek, her birinin tek tek çözebileceğinden daha karmaşık bir sorunu çözmeleri olgusuna ise Birleşik Akıl denilebilir. Bu, uzlaşmaya dayalı olan ortak akıldan farklı bir olgudur.

Kişi, kendi aklının ürünleri olarak görüp gurur duyduğu her ne varsa, onların ne denli güvenilmez olduğunu görebilme cesaretine sahipse “farkına varma” çok kolaydır. Aslında çoğumuzun başından, akıl sınırlarımızı yüzümüze vuran epey olay geçmişse de bunları hatırlamak pek işimize gelmez; halbuki onlar, başkalarının akıllarının değerini anlayabilmemiz için altın değerinde birer fırsattır. Eğer bu cesarete sahip değilsek, duvarlarla sınırlanmış küçük cehennemimizi; övünülecek sıfatlar, unvanlar, ilişkiler, yıllar vb ile sarmalayıp başkalarının gözünden saklamaya çalışır ve öylece yaşamaya devam ederiz...

Toplumun özgün kişilerden oluşması; gerek bireysel, gerek kurumsal, gerekse toplumsal sorun çözme kapasiteleri açısından büyük bir şanstır. Çünkü birinde olmayan diğerinde olabilir ve birleştirilebildiğinde ikisinde de olmayan daha etkili bir zihin ortaya çıkabilir. Bu farklılıkların farkına varılması, karmaşık sorunların çözümü için bir zorunluluktur. Buna bir anlamda çeşitliliğin gücü de denilebilir. Merak, duvarlarının farkına varan kişilerin, başkalarının akılları ile dayanışma kurma konusundaki arzularının bir dışavurumudur.”

Tınaz Bey, doktorların ölümcül hastaların ailelerine söylediği, “her şeyi yiyebilir” ifadesine atıfta bulunarak şunları söylüyor: “Zihinsel duvarları olmadığını, en doğruları düşündüğünü, dolayısıyla da başkalarının akıllarına ihtiyacı olmadığını düşünenler için ise tüm yemekler serbesttir, birey olarak da ulus olarak da”…

***

Toplumsal olarak sorun çözme yöntemleri üretmedeki yetersizliğimizi çok uzun bir süre taşıyabileceğimizi sanmıyorum. Bu nedenle biran önce bu alanda seviye atlamamız gerekiyor. Tınaz Beyin; kitaplar, makaleler, konferanslar ve Birleşik Akıl Ağı gibi çalışmalarıyla bize toplumsal olarak seviye atlatabilecek önemli ipuçları verdiğini düşünüyorum…

 

Kitlelerin Bilgeliği (3)

Konuyla ilgili geçen haftaki yazımda, insanların bir araya gelip fikirlerini birleştirdiklerinde, doğru sonuca (ya da en azından doğruya çok yakın bir sonuca) ulaşabildiklerine dair örneklerden bahsetmiştim. Fikri destekleyen farklı bir çalışma da Condorcet Markisinin teoremi. 1700’lü yıllarda yaşamış bir matematikçi ve politikacı olan Condorcet Markisinin kendi adıyla anılan ve demokrasiye destek çıkan ünlü bir teoremi var. Bu teoremde, iki seçenek arasında seçim yaparken bireylerin değil, bireylerin oluşturduğu topluluğun ortak kararının daha doğru olduğu anlatılıyor…

At yarışlarında ise 1’e 1,5 veren bir at genellikle 1,5 yarıştan birini (3 yarıştan 2’sini) kazanıyor. Yani işin içine ödül girince kalabalık bir grup insan, bir uzmandan daha isabetli tahminde bulunabiliyor. Fenomenin açıklaması şöyle: Bir konu hakkında tahminde bulunan uzmanlar konu hakkında çok emek harcadıkları için artık objektiflerini kaybediyorlar ve bu da tahminlerini olumsuz etkiliyor. Örneğin çok çalışarak kavradıkları bir ayrıntıyı, harcadıkları emek doğrultusunda gereğinden çok daha önemli sanıyorlar. Kalabalığın konu hakkında bilgisiz kısmının tahminleri, genel ortalamayı doğru cevap lehine düzeltiyor.

Birleşik aklın sadece insanlarda değil, hayvanlarda da doğal bir şekilde kullanıldığını görüyoruz. Bunun iyi bir örneği gümüş balıkları: “National Geographic’in kaşiflerinden Couzin, gümüş balıklarını incelemiş. Bir gümüş balığı sürüsünü alıp, bir havuza aktarırsanız, en karanlık köşelere yöneldiklerini görürsünüz. Hayvanlar yaşam alanlarındaki değişimleri takip ederler. Kelebekler çiçeklerin yaydığı kokuyu takip eder, ya da bir karınca, koloni üyelerinin salgıladığı feramonların izini sürer. Fakat gümüş balıkları bir başına kaldıklarında, iz sürme konusunda gülünç derecede başarısızdırlar. Couzin ve ekibi balıkların hareketlerini takip ettiler ve balıkların sayıları arttıkça gölgeleri takip etme başarılarındaki değişimi gözlemlediler. Yalnız balıklar ışıksız, kuytu köşeleri bulmak konusunda oldukça başarısızdı, hatta neredeyse gelişigüzel yüzüyorlardı. Sadece büyükçe sürüler karanlık köşelere kaçmakta başarılı olmuştu. Cousin gümüş balıklarının hareketlerinin çevrenin parlaklığındansa, büyük ölçüde, komşularının yapmakta olduğu şeylerden etkilendiğini fark etti. İşte işin sırrını bulmuşlardı: Balıklar tek başlarına her hangi bir şeyi takip etmiyorlardı. Yani havuzun bir kısmının daha karanlık olduğunu görüp oraya yüzüyor değillerdi. Sadece grubu takip ediyorlardı. Sonuç olarak bu, “Kitlelerin Bilgeliği”nin göçlere uyarlanmış bir örneğidir. Ama gümüş balıklarının kararlarını birleştirmedikleri açık. Bir gümüş balığının kendi kendine karar verdiğini söylemek bile güç. Ama onları sürü halinde tutan içgüdülerini takip ettiklerinde, nereye gideceklerini buluyorlar. Buna kolektif zeka denebilir. Balıklar kararlarını birleştirmezler, kolektif olarak bilgiyi işlerler. Birlikte hareket ederek, birlikte hesap yaparlar. Gümüş balıklarının sayısı bir eşik değerin altına düşerse, kabiliyetleri ortadan kalkıyor. Couzin’e göre göç eden diğer canlıların da böyle bir sistem uyguluyor olması mümkün…

***

Ancak birleşik aklın işe yaramadığı alanlar da olabiliyor. Mesela,“Kasparov Dünya’ya Karşı” maçı. 1999 yılında internet üzerinden yapılan satranç karşılaşmasına 75 ülkeden 50.000 kişi katıldı. Her bir hamlenin çoğunluğun oyu ile yapıldığı maçı büyük satranç ustası Garry Kasparov 62. hamlede kazandı. Ortak akıl yaratıcılık gerektiren bir iş karşısında başarılı olamıyor galiba. Çünkü yaratıcılık gerektiren işler, örneğin sanat, çoğunlukla ana akımdan, vasattan, ortalamadan, sıradandan bir sapma olarak ortaya çıkıyor.

Benzer bir deneyimi ben de yaşadım. Sanıyorum 1976 yılıydı, o yıllarda ülkemizin en önemli satranç ustalarından biri olan Kahraman Olgaç’a karşı üç arkadaş beraber oynadık. Biz iyi birer satrançcı olduğumuzu zannediyorduk ve akıllarımızı birleştirirsek koca ustayı yenebileceğimizi umuyorduk. Ne yazık ki böyle olmadı, tahmin edeceğiniz gibi, yenildik…

***

Psikolog Daniel Richardson, insanların karar alırken etrafındakilerin etkisi altında kalıp kalmadığını, başkalarının tercihlerini görünce kendi tercihini değiştirip değiştirmediğini anlama amaçlı deneyler yapıyor. Deneylerin sonuçlarını değerlendiren Richardson, “İnsanlar karşılıklı etkileşimde bulunduğunda hemfikir olmaya ve daha kötü kararlar almaya başlıyor. Görüş alış verişi sırasında da bilgi değil ön yargılarını paylaşıyorlar” diyor. Richardson’a göre insanlar grup eğilimine göre karar verdiklerinde, bireysel olarak verdikleri kararlara nazaran daha yanlı ve daha az ahlaklı oluyorlar. Özellikle benzer kimliğe sahip bireylerden oluşan gruplarda, topluluğun dürtüsü, farklı görüşlere baskın geliyor. Richardson sosyal medya konusunda da şunları söylüyor: “Interneti bilginin kaynağı olarak görüyoruz; oysa aslında önyargı oluşturuyoruz. Twitter ve Facebook bilgi paylaşma açısından çok iyi araçlar; ama belki de kendi önyargılarımızı paylaştığımız için bizi aptala dönüştürüyorlar”…

Bir başka psikolog Harvard Üniversitesi’nden Solomon Asch da, insanların yanlış olsa bile çoğunluğun görüşüne ayak uydurduğunu, kendi düşüncelerini çiğneme pahasına bile bunu yapabildiklerini söylüyor. Kaliforniya Üniversitesi’nden Read Tuddenham da, öğrencilerin grubun tavrına uyum sağlamak için basit sorulara bile saçma yanıtlar verebildiklerini, diğerlerinin o yönde yanıt verdiğini düşündüklerinde, örneğin yeni doğan erkek bebeklerin tahmini ömrünün 25 yaş olacağını söyleyebildiklerini ifade ediyor.

Bu durumlarda Kitlelerin neden Birleşik Aklı oluşturup, doğru seçeneklere doğru yönelemediğini bize James Surowiecki kitabında anlatıyor. Surowiecki, grubun bir birleşik akıl oluşturabilmesi için dört koşulu gerçekleşmesi gerektiğini söylüyor: Farklı görüşte insanlardan oluşmalı, merkeziyetçi bir yapı olmamalı, bireyler karar verirken birbirlerinin etkisi altında kalmamalı ve mutlaka bir karar verme mekanizması bulunmalı.

Yukarıda, Birleşik Aklı olumlu anlamda oluşturamayan grupların, Surowiecki’nin bahsettiği dört koşulun en az birini (veya daha çoğunu) gerçekleştiremediklerini görüyoruz.

Bu dört koşulun birden gerçekleşebilmesi, bizim gibi ülkelerde çok kolay görünmüyor. Bu nedenle ülkemizde Birleşik Aklı gerçekleştirmeye çalışanların işi oldukça zor...



Ahmet Tuna


Kaynak:

http://haberci.com.tr/tr-TR/kose-yazilari/7687/kitlelerin-bilgeligi 
http://haberci.com.tr/tr-TR/kose-yazilari/7773/kitlelerin-bilgeligi-2
http://haberci.com.tr/tr-TR/kose-yazilari/7847/kitlelerin-bilgeligi-3

Sayfa başına dön!

Bulunduğunuz sayfa :

Ana Sayfa >> Haberler >> Kitlelerin Bilgeliği