“Fraktal” Çözüm Elementleri!

Bildiğimiz ya da öyle sandığımız her konu, o alandaki bilgi ile aramıza aşılmaz bir duvar örer. Bu duvar tarafımızdan örüldüğü gibi yine ancak tarafımızdan yıkılabilir.

resim
08.10.2015

Hemen her toplumu, hatta topluluğu oluşturan “sıradan çoğunluk” ve “nadir azınlık”lar yaşamın her evresinde önemlidir, ama özellikle kriz dönemlerinde daha da kritik roller oynamaya adaydır.

Yaşam enerjisinin ve zamanının neredeyse tamamını kendisi ve ailesinin yaşamlarını sürdürebilmek için koşturan, gerektiğinde yasal ve ahlaki kuralları zorlamak zorunda kalan sıradan çoğunluk

Ve, yaşam sürdürme zorunluklarını aşabilmiş, yaşam enerjisinin ve zamanının en azından bir bölümünü, üyesi olduğu toplumunun refah ve mutluluğuna katkıda bulunmak üzere harcayabilecek “durumdaki” nadir azınlık.

Bu kesimin çoğunluğunun baskın karakteristiği, sahip olduğu para ve unvan gibi konfor araçlarını artırmaya çalışıp, bunlar yoluyla mutluluk öğeleri tüketmeye çalışmaktır. Sorgulanmış bir vizyona sahip olmamak, sürekli yakınmak, suçlamak, diğer özellikleridir.

Bu ikinci kısmın içinden ayrışan küçük bir üçüncü kesim daha var: Kendilerine hareket özgürlüğü sağlayan sosyo-ekonomik durumlarını, toplumun refah ve mutluluğu yolunda kullananlar. Toplumsal kriz zamanları için kritik kaynak durumunda olacak olanlar bu kişilerdir.

Bugün toplumumuz çok yönlü denilebilecek bir kriz içindedir. Uzun süredir işlenen inanan – inanmayan, Alevi – Sünni, Türk – Kürt ayrıştırması, bunları besleyen ekonomik sorunlarla yeni bileşikler üretiyor.

Bu gibi kriz ekosistemleri, içinde yukarıdaki üç kesimden de kişileri barındırarak çeşitli oluşumlar üretiyorlar. Bu olumlu bir adım ise de, şu birkaç soru cevaplan(a)madığı takdirde olumlu sonuç vermek bir yana, üçüncü gruptaki kişilerin –başta zaman olmak üzere- kıt kaynaklarını tüketmek gibi bir tehlikesi vardır. Ayrıca da, üçüncü grup dışındaki geniş toplum kesimlerinin olası desteklerinin ve ümitlerinin tükenmesi gibi de bir riski mevcuttur.

Bu durumda sorulması gereken birkaç soru şunlardır:

1.       “Ne” yapılmak isteniliyor? (girişimin vizyonu)

2.       O yapılmak istenilen “niçin” yapılmak isteniliyor? (girişimin misyonu)

3.       Yapılmak istenilen, ne pahasına yapılmak isteniliyor? (girişimin öz-değerleri) VE

4.       Yapılmak istenilenin, hangi “Fraktal Çözüm Elementleri[1]” kullanılarak gerçekleştirilmesi öngörülüyor?

Karşı karşıya bulunduğumuz sorunları bir defada, bütünüyle ve de şimdi çözmenin (hatta anlamanın) neredeyse imkansız olduğu düşünüldüğünde, bu dört soruya cevap aramadan sorunlarımıza çözümler arayanları bekleyen tuzaklar kolayca görülebilir.

İlk üç soru, cevapları sinirlendirici derecede kolay görünüşlüdür. Ama eğer her anlama gelebilen (joker gibi) ifadeler kullanılmazsa cevaplamak oldukça güçtür.

Örneğin, “ülkeyi sarmış bulunan irrasyonel akıl yürütme salgını”, çözülmek istenilen bir sorun olarak ele alınır ve birinci soru olan (“Ne” yapmak isteniliyor?) sorusu sorulursa şöyle cevaplar alınacağı neredeyse garantidir: “ülkemizi karanlıktan kurtarmak”, “X veya Y partisini iktidara getirmek ya da indirmek”, “Yüzümüzü tekrar Batı’ya çevirmek” vb.

Halbuki bu yanıtların hiçbiri işe yarar değildir; tanımsız kavramlara dayalıdır ya da kök-sorun olmayan sorunların çözümlerine yöneliktir; her cevap seçeneği joker gibidir, her yere uyar.

Sorulan “Ne yapılmak isteniliyor?” sorusuna karşı verilebilecek iyi bir yanıt örneğin şöyle olabilirdi: Nedensel (rasyonel) ve eleştirel (kritik) düşünme türlerinin, başta devlet yönetimi olmak üzere, kamu, özel ve gönüllü kuruluşların kararlarına egemen kılınması.

İkinci ve üçüncü sorular “Niçin yapılmak isteniliyor?” ve “Ne pahasına yapılmak isteniliyor?” soruları da benzer biçimde iyi düşünülerek, kolay yanıtlardan kaçınılarak yanıtlanmalıdır.

Üzerinde durulmak istenilen esas soru olan “Hangi Fraktal Çözüm Elementleri (FÇE) kullanılarak çözüm öngörülüyor?”a gelince..

FÇE’nin bir sorun çözme yaklaşımı olarak öne sürülmesinin nedeni, yazının başlangıcında değinilen üç toplum kesiminden sonuncusunun –ki onlara toplum yararına adanmışlar da denilebilir- bir ortak özelliğidir. O özellik, yapabilecekleri katkının sınırlı oluşu, basit oluşu ve en önemlisi de çözülmek istenilen kompleks sorunun tekrarlı yapı taşlarından oluşudur.

Bu üstün özelliğine karşı FÇE’nin iki de dezavantajı mevcuttur:

(1) Kompleks yapının, bu küçük yapı taşlarından örülmesi halinde geçecek zaman süresinin, toplumun sabrederek katkılarını sürdürmesine yeterli olamama ihtimali,

(2) Çözülmek istenen sorun’un kendi kendini büyütme hızının, Fraktal Çözüm Elementleri’nin birleşerek tüm sorunu küçültmeye başlaması hızından daha büyük olup, durumun giderek daha kötüleşmesi.

Bunlardan birincisine karşı koymak nispeten kolaydır. Eğer, çözüm peşinde olanlar FÇE’nin doğasını anlamışlarsa, geçecek sürenin uzun olacağını peşinen kabul etmişler demektir.

İkinci olası sorun daha güçtür. Bu tür süreçlerin nihai aşamalarına doğru “kaba kuvvet egemenliği” arttıkça, toplum kurumlarının düzenleyici etkileri giderek etkisizleşmeye başlar. Bu bir negatif sarmaldır. Hukuk hak’ka değil güçlüye hizmet etmeye başladığı anda, genel olarak hukuka ve onun yaptırım aracı olan adalet sistemine güvenmeye devam eden sıradan çoğunluk sessiz kalırken, diğer kesim yol alır ve bu bir çığ etkisi oluşturur.

Bu olasılık ister istemez tek çözüm yolu dayatır: Zamanın her bir saniyesini etkili kullanarak bu negatif sarmal içine girmemeye özen göstermek ve aynı zamanda, çeşitli FÇE arasından en etkili, en çabuk yaygınlaşabilenleri seçmek. Bu ise, üçüncü kategori olarak nitelenenlerin, aralarındaki iletişimi, dolayısıyla da dayanışmayı –o ana kadar hiç yapmadıkları ölçüde- etkilileştirmelerini.

Çeşitli FÇE örnekleri...

1)      EĞER … İSE … DİR:


Çeşitli hüküm (yargı) ifade eden cümlelerin başlarına eklenebilecek (eğer … ise) şeklindeki ön koşul ifadeleri yerleştirilmesini kalıcı bir beceri haline getirebilmek.

Yazıp söylediklerinin ve de dinleyip okuduklarının mutlak doğrular olduğuna inanan insanlar yerine, her yargının mutlaka ön koşulları olacağını bilinci verilmesi.

2)      “ZİLSİZ OKUL”:

Bağımsız düşünebilen ve hareket edebilen kişiler yetiştirmek bir okulun misyonu (varlık nedeni) ya da misyonlarından başlıcası olmalıdır. O halde ders başlangıç ve bitişlerini haber vermede kullanılan “zil” ise, bütün masum görünüşüne karşın, bağımsız birey yerine “sürüye ait kişi” koşullandırmasına yol açmaktadır.

Bunun yerine -hangi yaşta olursa olsun- öğretmen ve öğrencilerin (ya da öğrenci gruplarının) kendi aralarında farklı saatlerde randevulaşıp sınıf ya da bir başka ders yapılacak yerde buluşmaları esas olmalıdır.

Böylece bir yandan bağımsız birey yetiştirme desteklenirken, bir yandan zamana sadakat, bir yandan da başkalarının meşgul olduğu saatlerde onları rahatsız etmemek gibi bir alışkanlık kazanılmasına yol açılmış olur.

3)      GÖZETİMSİZ SINAVLAR (ONUR SİSTEMİ):

Sınavda kopya almak ve vermek hırsızlıktır ve sizler bu hırsızlığı yapmayacak düzeyde onur sahibi çocuklarsınız. Yarınlarda sizlere bu ülkenin birçok imkanını hiçbir gözetim olmaksızın, yalnızca onurlarınıza güvenerek teslim edeceğiz. Bu nedenle şimdi sizi sorularınızla baş başa bırakıyorum. Sizlere güveniyorum ve bu güvenimi kötüye kullanmayacağınıza inanıyorum. Hepinize şimdiden teşekkür ediyorum, hepinizi böyle bir hırsızlığa tenezzül etmediğiniz için kutluyorum ve hepinize başarılar diliyorum!”

demek yerine;

Sizler güvenilmez çocuklarsınız, aynı zamanda da uzun vadeli çıkarlarınızı düşünemeyecek kadar da akılsızsınız. Sizleri kendi başınıza bıraksak hepiniz ya kopya alır ya da verirsiniz; çünkü̈sizler potansiyel hırsızlarsınız. Ama ben buna izin vermeyeceğim. Şimdilik hırsızlık yapmanıza izin yok, amaileride gözetim olmadığında, onurunuza teslim edilecek imkanları çalabilirsiniz!”

mesajı çocukların gözlerinin içine baka baka verilir.

Tüm sınavlarda, %99 öğretmen tarafından uygulanan bir yöntemle, yaşamının etkilenmeye en açık döneminde “sen güvenilmez bir kişisin” mesajıyla beyni yıkanan çocuk ve gençlerimizin, erişkin hale geldiğinde niçin türlü eğrilikler yaptığının bu açıklamasını anlayabilen öğretmenler, okul idareleri, veliler ve nihayet öğrenciler, bilmeden yaptıklarının ne anlama geldiğini düşünmeli, ve bu yanlıştan dönmelidirler.

4)      YABANCI DİL EĞİTİMİ:

Bir yabancı, pek kimsenin söylemediği bir gerçeği şöyle dile getirmişti: “Biz normal bir ticari, siyasi ya da diplomatik müzakerede sizin anlayacağınız kadar basit bir dille konuşuruz. Sizin dilinizde yaklaşık yüzbin, bizimkinde ise beşyüzbin sözcük ve kavram var. Dolayısıyla bizim, sizin gibi konuşmamız mümkündür. Ama siz bizim gibi konuşamazsınız, .Çünkü dilinizde olmayan kavramları kullanmanız imkansızdır. Müzakere bizim çıkarlarımızın tehlikeye düşeceği bir noktaya gelirse biz öyle bir dil kullanmaya başlarız ki siz anlayamazsınız, ama anlamadığınızı da söyleyemezsiniz. İşte bizim size karşı en büyük üstünlüğümüz dilimizdir..”

Bir Batılı kamu görevlisi, uzun süreli görev için gittiği ülkenin dilini gayet süratle öğrenebilmektedir. Biz ise yıllarca yabancı dil eğitimi yaptırdığımız çocuklarımıza bunu öğretemiyoruz. O halde bu işte bir yanlışlık vardır.

Uluslararası müzakerelerde kırık dökük yabancı diliyle hamaset yapan insanlar yerine diline hakim insanlar yetiştirmek, bugün için bir teknik sorundur ve teknik eğitim veren üniversitelerimizde böylesi bölümlerin açılması büyük imkanlar gerektirmemektedir.

5)      SORUNLARI SORULARA ÇEVİREREK ANLAŞILABİLİRLİĞİNİ, DOLAYISIYLA DA ÇÖZÜLEBİLİRLİĞİNİ ARTIRMAK:

Karmaşık sorunları çözmek güçtür; çünkü öncelikle onları anlamak güçtür. O halde sorunları çözmeye girişmeden önce onların iyi anlaşılması sağlanmalıdır.

Sorunların anlaşılabilirliklerinin artırılmasının bir yolu da önce onların sorulara çevrilmesidir. O halde doğru soruların sorulma becerisinin yaygınlaştırılması, sorun çözme kabiliyetinin de artmasına yol açar. Bu beceri sadece toplumsal açıdan değil, bireysel ve kurumsal, hatta ailevi sorunların çözümlenmesi açısından da önemlidir.

6)      BİREYLERİN KAVRAM DAĞARCIKLARININ ZENGİNLEŞTİRİLMESİ:

Sorunları çözebilme yeteneğimiz, kavram dağarcığımızın zenginliği ve de onları kullanabilme becerilerimizle doğru orantılıdır.

Düşünsel yapı taşları denilebilecek kavramları içselleştirmiş kişilerin sorunları daha iyi analiz edebilecekleri, onlar için yaratıcı çözümler geliştirebilecekleri doğaldır.

7)      VE EN ETKİLİ FÇE!

Bildiğimiz ya da öyle sandığımız her konu, o alandaki bilgi ile aramıza aşılmaz bir duvar örer. Bu duvar tarafımızdan örüldüğü gibi yine ancak tarafımızdan yıkılabilir.

Bildiğimiz, inandığımız her şeyin, ama her şeyin doğruluğunun koşullara bağlı olduğunu, doğruların göreceli olduğunu bilen, doğru bildikleri için ölen ve öldüren değil, gerçekler ve doğruları sürekli merak ederek yaşayan ve yaşatan insanlara ihtiyaç var.


Tınaz Titiz
7 Ekim 2015


[1] Fraktal Çözüm Elementi, tekrarlandığında kendisinden daha karmaşık (kompleks) çözümler oluşturulabilen elemanter bir çözümdür. Örneğin, “çeşitli hüküm (yargı) ifade eden cümlelerin başlarına eklenebilecek (eğer … ise) şeklindeki ön koşul ifadeleri” birer Fraktal Çözüm Elementi’dir. Yaşamlarımız içinde ne denli çok hüküm cümlesi kurduğumuza ve bunların çoğunun ön koşullarının dikkate alınmadığına ve bunun da dönerek çoğu anlaşmazlığın kaynağı olduğuna dikkat edilirse, “anlaşmazlıkların azaltılması” gibi kompleks bir soruna bu yolla yaklaşımın değeri ortaya çıkacaktır.

Sayfa başına dön!