İslâm’ın Temel Direkleri (Maksimleri) Üzerine Düşünceler

Yeryüzünde öldürmeyi, çalmayı, yalanı mübah sayan bir din var mı bilmem. Ama indirilişleriyle birlikte, insanlık onurunu ayaklar altına alan güçlünün zayıfı ezmesine, sömürmesine savaş açan büyük dinlerin hepsinde de bu eylemlerin yasaklandığı/günah sayıldığı biliniyor.

resim
22.05.2014

Giriş

Yeryüzünde öldürmeyi, çalmayı, yalanı mübah sayan bir din var mı bilmem. Ama indirilişleriyle birlikte, insanlık onurunu ayaklar altına alan güçlünün zayıfı ezmesine, sömürmesine savaş açan büyük dinlerin hepsinde de bu eylemlerin yasaklandığı/günah sayıldığı biliniyor. İnsanlığa barışçı, paylaşmacı, kardeşçe bir yaşamın yolunu gösterme amaçlı olduklarından; O Dinlerden başka türlüsü de zaten beklenmez.


Bu böyledir de; dini inanış farklılıklarının, tarihte insanlığa felaketler yaşatan bölünmelere, savaşlara araç yapılmasındaki çelişki nasıl açıklanacak?

En son ve en mükemmel din olma savına rağmen İslam’ın, dünyanın gözünde şiddetle özdeş hale getirildiğini; Mezhep farklılıklarının katliamlara varan düşmanlıklara yol açtığını görmek, kararmamış vicdan sahipleri için kahredici bir durum değil midir?

Dinin özünden kopmuş haliyle algılanması ve yaşanmasıyla ortaya çıkan bu çarpıklığı göremeyen cehalete; ondan beslenen çıkar çevrelerinin istismarına daha fazla seyirci kalınmaması ve ortak akılla bir çözüm getirilmesi, Müslüman aklın görev ve sorumluluğunda değilse; kimindir?

Bu soruna duyarsız kalmanın insanlığa karşı işlenmiş bir suç olduğu; böyle devam ederse daha büyük felaketleri yaşamanın kaçınılmazlaşacağı; o nedenle bu soruna köklü bir çözüm bulunmasındaki zaruret artık görülmeli; anlaşılmalı; gereği yapılmalıdır.

Yalın haliyle soru şudur:

Orijinal öğretisi bozulmamış Kitabının söylemleri ve Peygamberinin uygulamaları ortada iken İslâm, niçin ve nasıl şiddetle özdeş duruma sokulmuştur? Müslüman toplumların pek çok yönden geri kalmışlıklarının kaynağındaki sebepler nelerdir?

Hem değinilen çarpıklığı bütün açıklığıyla görebilmek hem de o soruların cevaplarına ulaşabilmek için, İslâm’ın özünü, yani Temel İlkelerini ortaya koymak ve Müslümanların Din Anlayışlarına; dini yaşayışlarına dair göstergelerle karşılaştırmak gerekiyor.

İslam’ın Temel İlkeleri deyimiyle, İslam’ın ve İmanın Şartları diye bilinen Müslüman ve İman sahibi sayılmak için yerine getirilmesi gereken edimler kastedilmemektedir. “İslam’ın insana vermek istediği temel mesaj nedir?” diye anlamak gerekiyor. Bir başka ifadeyle İslam İnsan’a “Neyi Kazandırmak”,  o sayede “Nereye Ulaştırmak” ve “Hangi Değerlerle” o yolda ilerlemesini istemektedir; bunlara dair söylemi nedir?

Bir söylemin veya eylemin bütün paydaşları tarafından doğru algılanıp uygulanmasına yardımcı olmak üzere geliştirilen Vizyon, Misyon ve Değerler başlıklı şablona uygun olarak bu sorular, aşağıdaki şekilde de ifade edilebilir.

➢     İslam, hangi büyük amacı (Öz-Ülkü’yü) gerçekleştirmeyi hedeflemiştir? Yani İslâm’ın özündeki mesajı, nihai amacı nedir?

➢     O amacın gerçekleşmesindeki maksadı (Misyonu) nedir? Gerçekleşmesini istediği Öz-Niyeti nedir?

➢     Hangi ilkelere uyularak o amaca yürünecektir (Değerleri nelerdir)?

Bunlara verilecek cevaplar öyle temel veriler olmalı ki, İslam’ın söylem bütünlüğünün, onlar etrafında örgülenmiş olduğu anlaşılabilsin. Yani,  bir öğreti olarak, bir yaşam tarzı olarak İslam’dan söz ediliyorsa, O Temel İlkelerle uyuşmayan; onları yok sayan bir söz ve eylem içermemelidir.

Böylesine kavrayıcı/kapsayıcı cevapları, İslam Dini’nin söylem bütünlüğü içerisinde aramak gerekiyor.


Varlıklar Âlemi ve Din

Önce bildiklerimizi gözden geçirelim.

Dinin muhatabının insan olduğu malum.

Kâinatın/Varlıklar Âleminin, canlı cansız bütün elemanlarıyla bir Bütün oluşturduğunu da görüyor biliyoruz. İşleyişindeki düzen ve denge, hayranlık uyandıran düzeyde mükemmel.

Bütün içerisinde canlılar âlemini oluşturan bitki, hayvan ve insan’ın, yaratılıştan gelen farklı yetkinliklere sahip oldukları; her birinin o yetkinliklerde saklı güdüleri doğrultusunda yaşamlarını sürdürdükleri gözleniyor.

Hayvanlar ve bitkilerden farklı olarak İnsan türü, varlıklar âleminin düzen ve işleyişinden hem yararlanma; hem de katkıda bulunma bağlamında ayrıcalıklı rollere sahip. Tabiri caizse diğerlerine hükmedici yeteneklerle donatılmış. Akıl ve irade sahibi olmakla birlikte sorumluluk da üstlenmiş.

Kâinatı, varlıklar âlemini yaratan güç İslam Dini terminolojisinde, Allah ismiyle tanıtılıyor. İnsana kendisini, bir parçası olduğu varlıklar âlemini ve o âlemdeki rolünü tanıması için insanlık tarihi boyunca pek çok kez kendi cinsinden elçiler aracılığıyla yol gösterici olmuş. Yani “ortak yaşamlarında uymaları kendi yararlarına olacak kurallar bütünü” anlamında Din tebliğ etmiş.

İslam’ın kaynak kitabı Kur’an, o süreçlerde indirilenlerin/tebliğlerin hepsini de iyiye, güzele götüren anlamında İslâm diye adlandırılıyor. Hz. Muhammed’in tebliğ ettiği, Kur’an’daki en geniş kapsamlı halini de,“kemale erdirilmiş”; “halis din” olarak tanıtıyor.


İslâm Ne diyor?

İslâm’ın temel kaynaklarındaki söylemler, kendi bütünlüğü içerisinde irdelendiğinde, Temel İlkeler’e dair o soruların cevapları olmaya aday, şu hususlar öne çıkıyor.

Tebliğin öncelikli davasının, insan onurunu ayaklar altına alan “insanın insana kulluğu”nu; efendi-köle ilişkisine dayalı düzeni yıkmak olduğu; insanlık onurunu yeniden diriltmeyi hedef aldığı çok açık.

Onun yerine zayıfa, yoksula arka çıkıp haksızlığa karşı duran; eşit haklara sahiplik bazında paylaşmacı, dayanışmacı, müşavereye dayalı düzeni ön görüyor.

Din’in tebliğcisi Hz Muhammed’in yaşamı boyunca, güçlünün önünde eğilmeyen, köle-efendi düzenini yıkmakta kararlı duruşu, hem insanlık onurunun diriltilmesini; hem de sözleri ve eylemleri ile güzel ahlak değerlerini en mükemmel şekliyle temsil etmesi, Dinin mesajının doğru algılanmasını kolaylaştırdığı anlaşılıyor.

Nitekim “Din, güzel ahlaktır” özlü sözü, Dinin anlaşılması ve yaşanmasının esasını anlatan söylemlerin özeti gibidir.

Kur’an’daki söylemler kapsamında; Müslümanlardan beklenenler sıralanırken hep, insanın aklını işletmesi; seçimlerinde serbest bırakılmışlığının (özgür irade) beraberinde, sorumluluk da üstlendiğini idrak etmesine dair hatırlatmalar, fevkalade dikkat çekicidir.

O bağlamda Din’in, insanın mutluluğunu amaçladığı; hayatının her alanında o bilinçle ve ancak güzel ahlak kurallarının sınırlarını aşmadan yaşaması halinde mutluluğa erişebileceği bildiriliyor.

İnsanın, istifadesine sunulmuş doğal çevrenin imkânlarından yararlanırken başkalarının haklarını ihlal etmemeye; onlara sevgi, şefkat ve merhametle davranmaya; doğal çevrenin denge ve düzenine zarar verici hareketlerden kaçınmaya özen göstermesinin de kendi mutluluğunu mümkün kılacak şartlardan olduğu hatırlatılmaktadır.

İnsana bunca ayrıcalık ve imkân tanınmışken kendisinden daha başka şeylerin de beklendiği hissettiriliyor. Akıl sahibi olmanın ve ayrıcalıklı yeteneklerinin bilinci ile varlık âlemini/doğa yasalarını (büyük Bütün’ü) tanıması, kendi varlık sebebi ve rolünü kavraması; o doğrultuda diğer varlıkların yararına ve doğal çevrenin ihyasına yarayacak faaliyetlerde bulunması.. vbg.

Bu noktada İslâm, muhatap aldığı insanda hangi nitelikler bulunsun istemektedir sorusu akla geliyor. Onurlu, dik duruş sahibi, Aklını Sezgisiyle birlikte işleten; Özgür İrade sahibi oluşun ve yapacağı seçimlerindeki Sorumluluğun bilincindegüzel ahlak değerlerini özümsemiş olmak önemseniyor.

Haliyle, bu niteliklere sahip Müslüman kişiliğin, kelimelerin en derin anlamlarıyla, Dürüst olması, Yalan söylememesi, Çalmaması ve Kul Hakkı Yememesi de pek tabii olacaktır.

Keza kabul etmek gerekir ki, İslam’ın yirmi üç yıl boyunca yaşamın içinden ve yaşama paralel olarak indirilmiş olması; Peygamberin yaşam tarzı ve uygulamaları, dinin hayata dair ve yaşam rehberi oluşuna da kanıt oluşturmaktadır.

Belirtilmesi gereken bir diğer husus da Kur’an dilinde, hayatı yaşayışa, iş ve değer üretmeye, destekleşmeye, dayanışmaya dair olan eylemlerin ibadet kapsamında değerlendirilmesidir.


Temel İlkelere ışık tutan çıkarsamalar

Bu kısa değinmeleri özetlemek gerekirse İslam, özü itibariyle insana;

➢       Akıl, özgür irade ve sorumluluk sahibi, onurlu bir varlık olma bilincini yeniden kazandırmış;

➢       Yaşadığı ortamın işleyişindeki dengeyi, düzeni ve kendi rolünü anlaması için aklını işletmesini bildirmiş;

➢       Parçası olduğu Varlıklar Âlemi’nin/Doğal Çevrenin bütün unsurları ile uyumlu; iş ve değer üreterek iyi, güzel ve doğru’ları çoğaltan; barış ve dayanışmanın egemen olduğu bir arada yaşamı hedef göstermiş;

➢       Dinin, o hedefe ulaşmada hayat rehberi olduğu mesajını vermiştir.

İslam’ın, onurlu Müslüman benliğe kazandırmak istediklerine ve beklentilerine dair bu tespitlerin, Kur’an’ın Sureleri ve Ayetleriyle adreslenebileceğini; en azından onlarla çelişmediğini söylemek yanlış olmayacaktır.

Nitekim Müslüman aklın Din algısı, bu temeller üzerinde evrilerek şekillenmiş olmalı ki, kısa sürede geniş kitlelere ve coğrafyalara hızla yayılabilmiştir.


Günümüzün Din Anlayışı

Dinin, son 6-7 asırlık bir süreçte, halkın yaşam rehberi olmaktan çıkarılıp, devletin kontrolünde; kitleleri pısırıklaştıran/sindiren kısır içeriğiyle, tapınak dini biçimine dönüştürüldüğü anlaşılıyor.

En belirgin gösterge, Müslüman aklın dinin ritüelleriyle ve tasavvufla fazlaca meşgul olup, dinin özündekilerin yaşamın rehberi olmaktan çıkarılmasını önlemeye yetişememesi; yani dinin yaşamın dışına itilerek, güzel ahlakla ilişkisinin işlevsiz bırakılması gibi görünüyor.

Aklını işletme becerisi kısıtlanmış; Özgür İradesini kullanma hakkını “aracılar”a ihale etmiş; hayata dair kendi sorumluluklarını unutmuş Müslümanlar, ritüellere sımsıkı sarılma odaklı bir din anlayışı ile ahretlerini kurtarmanın temelsiz gayretindeler.

Dinin, insana pek az bilgi verildiğini açıkça belirttiği Gayb’a dair ölüm sonrası hayat, ruhlara âlemi, cennet, cehennem, kader, büyü, nazar, muska vb açıkça hurafeler bulaşmış konulara merak sarmış; dinin hayata dair boyutunu terk etmiş gibidir.

İslam’la başlayan tarihsel süreçlerde,  işleyen aklın eseri atılımların tamamı Müslüman dünyasından çıkmış olmasına rağmen; 14.YY’dan günümüze Müslüman aklın eseri ne büyük bir keşif; ne büyük bir icad, ne de bilimsel bir buluş ortaya konamamış olması hayli düşündürücüdür!..

Bu kısır döngüden çıkışı tetikleyecek girişim, İslâm’ın özündeki söylemleri ve değerleri gün ışığına çıkararak, insanları bilgilendirmek; bilinç düzeylerini yükseltmek olmalıdır.

Dinin doğru anlaşılmasına yardım edecek bilgi, İslâm’ın gerçekte tam olarak insandan ne beklediğinin idrakini uyandırıcı olmalıdır.

Yukarıda söylediklerimizi tekrarlamak da olsa; İslâm’ın iskeleti mi denir, temel İlkeleri mi denir, “olmazsa olmazlar”ı mı denir; her neyle adlandırılacaksa, öyle esasa dair ilkeler ortaya konmalı ki, yaşanan dinin içinde yoklarsa; din adına yapılan, söylenen her eylem ve sözün eksikli olacağı gösterilebilsin.


Dr. Necati Saygılı
15.05.2014

 

Sayfa başına dön!