Haberler

Hindistan’dan mucize benzeri bir öykü

Bu yazı Eko Gazete internet sayfasından alınmıştır. Sayfaya http://ekogazete.wordpress.com/ linkinden ulaşabilirsiniz.

resim
12.04.2014

Ekogazete haberlerini derlemek, insanı iyimserliğe iten bir uğraş değil.  Eriyen buzulları, iklim felaketlerini, yeryüzünü kaplayan çöpleri ve bilim insanlarının %97’sine kulak kabartmak yerine inkârcıların sesine kapılanların arttığını iletmek bazen zor geliyor.  Ama arada bir, içimizi ısıtan ve bizi yeniden insanlığa inandıran bir haber düşüyor kutumuza, tüm karamsarlığımızı unutuyoruz.  Mutlaka okumanızı önereceğimiz bu öykü onlardan biri.

 

Olayın kahramanı –ki bu bağlamda çok yerinde bir sözcük bu- ortaokuldan terk, fakir bir Hintli.  İsmi Arunachalam Muruganantham.  Bir köyde, dul annesi ve her şeyden çok sevdiği karısıyla oturuyor.

 

Bir gün eşinin kendinden bir şeyler saklamaya çalıştığını fark ediyor.  Meraklanıp soruyor ve eşinin, kendi deyimiyle, “mobiletini bile temizlemek istemeyeceği” bir takım kirli paçavralardan adet bezi yapmış olduğunu görüyor.

 

Kendi hayalinde eşinin masal prensi ya, hemen koşuyor bakkaldan paket pet satın almaya.  Bakkalda, eşinin niye bunları satın alamadığını anlıyor.  O kadar pahalı ki bu petler, eşi, her ay bunları kullansa, bir takım temel gereksinimlerden vazgeçmeleri gerekecek.

 

Biraz bakınıyor ve Hindistan’da kadınların yalnızca yüzde 12’sinin pet kullanabildiğini, kalan nüfusun, talaş, kül, yaprak, kum gibi sağlıksız maddelerle idare ettiğini ve bu durumun kadın hastalıklarının yüzde 70’ine neden olduğunu ve ölümlere yol açtığını öğreniyor.

 

Muruganantham, çok eğitimli değil.  Ama meraklı, yetenekli ve sorunlara üzülmek yerine çözüm aramayı seven bir kişi.  “Ben bu sorunu çözerim ve zengin, fakir, tüm kadınların kullanabileceği, sağlıklı ve ekolojik bir pet tasarımlarım.” diyor.  Bunu demek güzel de, yapmak kolay değil tabii.

 

İlk engeli, karısından başka, yarattığı prototipleri deneyecek kadınlar bulmak.  En yakınları, kız kardeşi ve köydeki sorabileceği kadar yakın tüm kadınlar reddediyor onu.

 

Muruganantham  yılmıyor.  Yakınlardaki bir tıp fakültesindeki kadın öğrencilerden yardım istiyor.  Muhafazakâr baskılara aldırmayan 20 kadar gönüllü buluyor.  Ama bir süre sonra, bunların bile, verdiği prototip petleri kullanmadıklarını ve anket sorularını bir arkadaşlarına doldurttuklarını fark ediyor.

 

Bunun üzerine, tasarımlarını kendi denemeye karar veriyor.  Bir futbol topunun iç lastiğinden bir yapay “rahim” geliştiriyor.  Köyün kasabından, yapay rahmini doldurmak için, her gün taze keçi kanı alıyor.  Muruganantham, her gün, şalvarında kan damlatan top lastiği ve değişik prototip petleriyle tarlaya gidiyor, bisiklete biniyor, yürüyor, koşuyor.

 

Tabii, kanlı giysilerini, herkesin kullandığı kuyuda yıkadığı için, köyde hakkında söylentiler çıkmaya başlıyor.  Hastalıklı diyorlar.  İlişkileri var diye mırıldanıyor çevresi.  Canından çok sevdiği karısı, kocası hakkındaki dedikodulardan o kadar üzüntüye kapılıyor ki, onu terk edip baba evine dönüyor.

 

Bu olay Muruganantham’ı çok sarsıyor.  Ama bir yandan da, geri dönülmez bir yola girdiğinin bilinci geliyor kendisine.  “Eğer benim petlerimin, niye dükkânlarda satılanlar kadar emici olmadığını bulursam, bu işi çözerim.” diyor.  Kalkıyor, yine tıp fakültesine gidiyor ve oradaki kadınlardan yardım istiyor, kullandıkları petleri incelemek için.  Kabul ediyorlar.  Bir gün, bunları, arka bahçesinde yaymış incelerken annesi geliyor ve gördüğü manzaraya çok kızıp evi terk ediyor.

 

Hemen arkasından köy halkı, onun delirdiğine inanıp, ayaklarından bir ağaca asmaya kalkışıyorlar.  Birkaç gün asılı kalırsa içindeki kötü ruhlar çıkıp gider diye.  Ancak Muruganantham köyü terk edeceğine söz verince, onu serbest bırakıyorlar.  Evsiz, barksız ve artık kimsesiz Muruganantham, yakınlarda oturan bir üniversite hocasının evinde temizlik işleri yaparak hayatını kazanmaya başlıyor.

 

Düşünürken, aklına ticari petleri üreten firmalardan örnek istemek geliyor.  Belki emici maddeyi bulurum ümidiyle.  Evinde çalıştığı hocanın yardımıyla, kocaman uluslararası şirketlerle temasa geçiyor, mektuplar yazıyor ve örnek göndermelerine ikna ediyor.

 

Gelen örneklerden, esas emici maddenin pamuk değil, selüloz olduğunu görüyor.  Bu durumda, devasa sanayi makineleri olmadan, nasıl selülozu pamukla karıştırırım sorusuyla karşı karşıya kalıyor Muruganantham.  Ama cesaretini kaybetmiyor.  Tam dört buçuk yıl, gece gündüz uğraşıp, herkesin kullanabileceği çok ucuza, emici bir pet üreten basit bir makine tasarımlıyor.

 

Makinesini, Hindistan Teknoloji Enstitüsü’ne götürüyor, incelesinler, yanlışlarını söylesinler, diye.  Enstitüdeki profesörler o kadar etkileniyorlar ki bu fakir köylünün kendi başına yarattığı makineyi yeni bir buluş olarak, Muruganantham’a söylemeden, bir ulusal teknoloji yarışmasına sokuyorlar.  943 katılımcı arasından birinci seçiliyor. Hindistan Cumhurbaşkanı gelip, özel bir törende, 0na ödülünü bizzat veriyor.  Televizyonlar, gazeteler, radyolar buluşundan söz ediyorlar.

 

Törenden kısa bir süre sonra telefonu çalıyor.  Bir kadın, kısık bir sesle “beni hatırlıyor musun?” diye soruyor Muruganantham’a.  Söylenti baskısıyla, beş buçuk yıl önce onu terk eden karısı Shanti.  Hiç düşünmeden bağrına basıyor karısını.  Birkaç zaman sonra annesi de geri geliyor.  Köy halkı bile, onun kötü ruhların oyuncağı olmadığını kabulleniyor.

 

Buraya kadar olan kısım, Hollywood işi “happy ending”.  Zorlukların üstesinden gelen kahraman.  Ve gerçekten kayda değer bir öykü.  Ama bizim için Muruganantham‘ı esas kahraman yapan bundan sonraki tercihleri.

 

Muruganantham’a makinesini patentlemesini ve bu işten para kazanmak için MBA diplomalı insanlarla pazarlama etkinlikleri başlatmasını salık veriyor herkes.  Oysa onun aklında, kadınların sağlığı ve herkesin buluşundan yararlanması düşüncesi var.  “Paradan çok, insanların mutluluğu beni zenginleştirir.” diyor.

 

Makinesini çok basit, kırılması, bozulması zor, tamiri kolay olsun diye kutusuz, kapaksız, tamamen açık tasarımlamış.  Ve en önemlisi, bir kaç saatlik bir eğitimden sonra herkesin kullanabileceği kadar yalın bir makine.

 

Muruganantham’ın ticari modeli de ilginç.  Sivil Toplum Kuruluşları (STK) ile çalışıyor.  Makinelerini ürettikçe, ikinci el külüstür Jeep’ine koyup bunları ücra köylere götürüyor.  STK gönüllüleri ile birlikte, köylerde kadınları bir araya toplayıp nasıl pet üreteceklerini öğretiyor.  Ve ondan sonra bunların satışını onlara bırakıyor.

 

Köylerdeki kadınlar fiyat, paket ve torba rengine kadar her şeye kendileri karar veriyorlar.  Ve kazandıkları para ile önce Sivil Toplum Kuruluşuna makinenin ödemesini gerçekleştiriyorlar;  ondan sonra tüm gelirler onlara kalıyor.  Sisteme “kadınlar için ve kadınlarca” diyor Muruganantham.

 

23 eyalette 1.800 köye ulaşmış şimdiye kadar.  Her makine, 3.000 kadını pet kullanıcısı yapıyor ve her makinede çalışan 10 kadına gelir sağlıyor.

 

Muruganantham bu işten ne kazanmış derseniz, kendi kurduğu model yüzünden pek bir şey kazanmamış, ailesiyle mütevazı bir apartman katında oturuyor.  Ama kendini dünyanın en zengin insanı sayıyor.

 

Bizi en çok ne etkiledi biliyor musunuz?

 

Muruganantham’a, “Senin hayatındaki en önemli an, Hindistan Cumhurbaşkanı ile tanışıp ondan madalya almak mıydı?” diye soruyorlar.  “Yok, diyor, Uttarakhand eyaletinde, Himalayalar’ın dibinde ücra bir köyden bir anne ile konuştuğum an, kendimi en iyi hissettiğim andı.  Hindistan kurulduğundan bu yana, o köyden şimdiye kadar hiç kimse okula gidememiş.  Benim makineyi aldıklarından bir yıl sonra, kazandıkları parayla, bir kızı okula göndermişler.  Annesi, Nehru’nun başaramadığını, senin makine gerçekleştirdi, dedi.  Benim hayatımda en gurur duyduğum an bu.” diyor Muruganantham.

 

Milyarder iş insanlarına kahraman, başkalarına yardım etmek için gelir gözetmeyenlere ise enayi diye bakılan günümüzde, başkalarının yaşamına olumlu bir katkıda bulunmak için yılmadan uğraşan ve bu uğurda her şeyi kaybetmeyi göze alan Muruganantham’ın öyküsü bize umut aşıladı.

 

[Bir not:  Bu gerçek öyküden mutlaka etkilendiniz.  Ama “İyi, güzel de, bunun ekolojiyle ilgisi ne?” diye sorabilirsiniz.  İlgisi var.  Öykü alışık olduğumuz üretim ve tüketim tarzlarının, hiç sorgulamadan kaptırıp gittiğimiz yaşam biçimlerinin ve içinde yuvarlandığımız değer yargılarının çok ötesinde yaratıcı tavırların da olduğunu anımsatıyor.  Ekolojik açıdan sağlıklı bir geleceğe hazırlanmada böyle bir bakış açısı geliştirmeyi becermek çok önemli.]

 

Tahsin Çorat /  Yararlanılan kaynak:  Vibeke Veneme, BBC, 4.3.2014.

Sayfa başına dön!