Bulunduğunuz sayfa :

Ana Sayfa >> Haberler >> Başarının Paradigması

Haberler

Başarının Paradigması

Görme engelli akademisyen takipçimiz Süleyman Arı’dan... Sayın Süleyman Arı'ya paylaşımı için teşekkür ediyoruz.

resim
08.04.2014

Başarının Paradigması

 

Tüm insanlık tarihine bakıldığı zaman temel dinamiklerin; olay ve olgularla, bu olay ve olgular arasındaki etkileşim ve bu etkileşimlerin yayılmalarıyla ortaya çıkan etkilerden yani sonuçlardan oluştuğunu söyleyebiliriz. Tarihte ilk önce avcı ve toplayıcı özellikte doğayla etkileşim içinde olan insan, daha sonra alet yapımında beceri kazanıp doğaya daha fazla egemen olmaya başlamış, bunu yerleşik hayata geçişi ve tarım devrimini yapışı izlemiştir. Tarım devriminden sonra da bir çok irili ufaklı devrimden söz edilebilse de, tarım devrimini izleyen en etkili devrimi sanayi devrimiyle yasayan insan 20. yüzyılla birlikte çok daha kompleks ve detaylı bir devrimin içinde bulmuştur kendini. İşte bu devrimi uzmanlar, bilgi ya da enformasyon, dijital ya da sayısal devrim diye adlandırmışlardır. Sonuç olarak tarihte yaşamı belirleyen temel dinamikler büyük ölçekli ve devingen olgular tarafından yönlendirilmekte ve bu bağlamda insan hayatına etki etmektedir. İşte bu büyük ölçekli olaylar ve olgulara paradigma demekteyiz. Paradigma kısaca tanımlarsak bilim, teknik, sanat, kültür ve eğitimde etkili olan ve etkilerini en çok hissettiren temel yaklaşımların ve üretim biçimlerinin temel özelliklerini ifade eden akımdır.

 

Paradigma konusunda temel çalışmaya imza atan ünlü bilim tarihçisi Thomas Kuhn, ünlü yapıtı Bilimsel Devrimlerin Yapısı’nda tarihin aslında çok da doğrusal değil tam tersine doğrusal olmayan bir çizgi izlediğini, bunu özellikle bilim tarihinde görmekte olduğumuzu söylemektedir. Kuhn’a göre bilim tarihindeki büyük değişimler farklı zihinsel ve yöntemsel koşullarla ve yöntemlerle ortaya çıkmaktadır. Örneğin, önemli bir bilimsel devrim olarak nitelediği Kopernik Devrimi’nde güneş evrenin merkezi olarak alınmış ve de dünya güneşin çevresinde döner denmiştir. Böylece Kopernik devrimi kendisinden önce gelen Aristo, daha da önemlisi Batlamyus gibi kozmolojik teorileriyle etkili olan düşünürlerin görüşlerinin etkilerini ortadan kaldırmıştır.

 

Kopernik’in başlattığı paradigmayı Galileo ve Kepler daha da etkili hale getirmişlerdir. Bu devrim Newton’un yasalarıyla doruğa ulaşmıştır. İşte bir paradigmanın başlangıcı, devamında birçok çalışmaları da getirmekte, yeni bilimsel bakış açısını ve yöntemleri de zorunlu kılmaktadır. O halde yeni paradigmanın da kabulü ve geçişi bir anda olmamakta, bir süreç olarak sürmektedir. Hatta şunu söylemek yerinde olacaktır: Yeni paradigmanın kabulü ve etkisi paradigmal olarak sürmekte ve bu paradigma hayata yön verirken kendisine de yön vermektedir.

 

Bilimde ve tüm sistematik çalışmalarda temel amaç; olabildiğince çok olay, durum ve gözlemi açıklayabilen genellemelere, modellere ulaşıp bunları tutarlı bir sistem içinde kullanmaktır. Örneğin, tümdengelimde genel bir hipotez ya da önermenin destekçisi kanıtlara ve yargılara ulaşmak için çaba harcanırken, tümevarımda birçok farklı olayı birbiriyle karşılaştırıp onlar arasındaki temel mekanizmayı görmeye çalışmaktayız.(Prof. Sugur, Sob 601 seminer notları).Bilim aslında problemleri görme ve bunlara çözüm arama etkinliğidir. Ne zaman ki var olan yöntemler ve kabul gören temel kurallar karşılaşılan durumları ve sorunları açıklamakta sınırlı kalır ya da farklı bakış açılarına gereksinim duyulur, iste o zaman eski paradigmaların limitleri ortaya çıkar. Bu arada yeni arayışlara bir genel çerçeveye doğru ilerlemeye başlamaktadır. İşte paradigmal geçişin olduğu nokta böyle bir durumu ifade eder. Bu yüzden bilimde hem birikimsel ilerleme hem de devrimsel ilerleme vardır, çünkü tarih lineer olmaktan ziyade, daha kompleks bir yapıdadır. Yeni bir paradigmaya geçiş devrimsel de olsa birikimselde olsa ortalığı gülistana çevirmeyecektir. Eski paradigmaların etkileri ve yöntemleri hala kabul görecek, hatta işlevsel olacak, hatta birçok sorunda daha da etkili olacaktır. Bunda yeni paradigmanın yeterince bilgi birikimiyle kendini tamamlamamış oluşunun yanı sıra, eski paradigmanın yöntemsel olarak öğrenmedeki hazinesi, mirası da etkili olmaktadır. Yeni paradigma kendisini geliştirdikçe eski paradigma etkisini yitirecek ve yeni paradigma genel paradigmaya dönüşür dönüşmezde yeni sınırlar ve limitler keşfedilecek ve bu böyle devam edip gidecektir.

 

Bu duruma bakarak aslında tüm bilim felsefesi tarihini bir köşe kapmaca oyunu olarak minimize etmek mümkündür. Önemli olan köşeyi nasıl ve niçin kapıyor olduğumuz ve bu sırada ne kadar soruna ne ölçüde verimle çözüm bulabildiğimizdir.

 

Kuhn bu muhteşem eserinde, yeni paradigmanın kendini kabul ettirişinden önceki ve eski paradigmanın sınırlarının görülüşüyle birlikte yeni yöntem ve tutumları gerektirdiğinin algılandığı noktada bir paradigmal kriz olmaktadır demektedir. Bu durum yeni paradigmanın genel çerçeveye ulaşımıyla çözülecektir ve de yeni paradigma normal paradigma olacaktır[1]. Keza, dünyada gelmiş geçmiş en büyük bilimsel yasalara imza atışıyla etkisini gösteren Newton Fiziği daha iki yüz yıl içinde yeni bir paradigmanın habercisi olmuş, arkasından Newton Fiziği, Einstein Fiziği ve görelilik kuramına teslim olmuştur. Ne var ki Einstein fiziği; yani olasılık ve atom fiziği, genel ve özel görelilik kuramları, kendinden önce gelenleri tümüyle yok edip onların yerini almıştır demek doğru değildir. Newton fiziği ya da mekaniği büyük ölçekli nesnelerde ve olaylarda hareket ve pozisyon kavramına açıklamalar getirirken Einstein fiziği klasik mekaniğin yetersiz kaldığı mikro nesne ve durumlarda gerekli açıklamaları sağlamıştır.

 

Dahası, Einstein Fiziği de yerini çok geçmeden Heisenberg ve belirsizlik ilkesiyle yeni bir paradigmaya bırakacaktır. İşte bu paradigma da kuantum ve neutrino gibi yaklaşımları beraberinde getirecektir. Özetlemek gerekirse, bilimde ve onun tarihsel dinamiğinde gördüğümüz temel mekanizma bir çözüm arayışı tarihi ve bu çözüm arayışında en etkili yöntem ve kuramları oluşturma çabasıdır.

 

Bu paradigmal geçişler ve etkiler bilim tarihi ve felsefesinde olduğu kadar aslında hayatın her alanında etkili ve benzer durumlara işaret etmektedir. Hayatimizin en temel unsuru olan eğitim sistemlerinde de böyle paradigmal geçişlere (shift) tanık olmaktayız. Basitçe bir tanım yapmak istersek eğitim, yasamda bize gerekli tüm becerileri öğrendiğimiz ortamlardır. Eğitim yerleşik hayata gecen insanlar için aslında bugünkü anlamda olmasa da hayatın her anında var olmuştur. Eğitim ilk çağlarda usta çırak ilişkisi şeklinde olmaktaydı. Örneğin, ilk ve hep verebileceğimiz bir örnek Sokrat’ın öğrencisi Platon’a eğitim vermesidir. Orta çağda kiliselerde yapılan eğitimler de bir tür usta çırak ilişkisiyle yapılan eğitimlerdir. Aslında bir çiftçinin tarlada çalışırken çocuklarıyla birlikte işe gidişi usta çırak ilişkisine dayalı eğitime en doğal örnektir.

 

Ne zaman ki baskı makinesi kullanıma sunulmuştur, eğitim için gerekli bilgilerin insanların ayaklarına gelişi söz konusu olabilmiştir. Benedict Anderson’un Print Capitalism (Matbaa Kapitalizmi) diye adlandırdığı bu durum kitapların çoğaltılıp değişik yerlerde aynı şeylerin öğretilebilmesini mümkün kılmıştır. Böylece 15. yüzyıla gelindiğinde okul kavramı oturmuştur. Hatta dünyanın ilk modern anlamdaki üniversiteleri, Paris ve Bologna, daha önce kurulmuştur (Prof. Özkul, ders notları). Matbaa Kapitalizmi eğitimde bir devrime yol açmış ve böylece bilginin birikimini, kullanımını ve yeni teknolojilerin bulunuşunu hızlandırarak daha sonra anlatacağım durumlara imkan sağlayan bir ön paradigma olmuştur (Anderson, 2006).

 

Paradigma açıklamasını tarihe de uygulamak zor değildir. Alvin Toffler, Üçüncü Dalga (1996) adlı eserinde tarihin üç temel gelişme çevresinde şekillendiğini ve toplumların da bu dalgalarla yaşamlarına yön verdiğini söylemektedir. Toffler’a göre, aynı Kuhn’daki paradigma geçişleri gibi, hayattaki dalgalar da bir önceki durumu etkisiz hale getirmektedir. Örneğin, Toffler’a göre ilk ciddi dalga tarım devrimidir ki bu kendisinden önceki avcı ve toplayıcı topluma yol vermiştir. İkinci dalgaysa Batı Avrupa’da başlamış ve bu sanayi devrimiyle tanımlanmıştır. Sanayi Devrimi’nin toplumunun özellikleri Toffler’a göre çekirdek aileler, eğitimin ve üretimin fabrikasyonu, kitle üretimi ve tüketimi, kitle dağıtımı, kitle eğitimi (mass education), kitle iletişimi ve de kitle imha silahları gibi niteliklerdir. Yukardaki durum Toffler’a göre standardizasyon, merkezîleşme, senkronizasyon, konsantrasyon, organizasyon yani bürokrasi gibi temel ölçütleri de yanında getirmiştir.

 

Toffler’a göre üçüncü dalgaysa “post-industrial” denen sanayi ötesi toplumları içermektedir. Bu durum yine Toffler’a ait Şok: Gelecek Korkusu (1996) adlı eserde dijital ve enformatik devrimle ve de teknik inovasyonun hızı ve yenilenmesiyle açıklanmıştır. 20. yüzyılın ikinci yarısında bilgisayar ve iletişim teknolojileri öyle bir hızla gelişmişlerdir ki, birçok yenilik birçok hızda ve etkide ortaya çıkmış tüm hayatı ve tüm paradigma tarihini alt üst etmiştir. Bu üçüncü dalgaya genel olarak “enformasyon çağı” denmektedir.

 

Bu sanayi ötesi toplumda yani enformasyon çağında Toffler’a göre şu özellikler görülmektedir: Ulus devlete yoğun saldırılar olmakta ve sivil toplum kuruluşları, uluslararası organizasyonlar ve uluslar üstü oluşumlar güç kazanmaktadır. Gücün yerini paradan çok bilgi ve enformasyon almaktadır. Fiziksel malzeme üretiminden çok bilgi ve enformasyon üretimi temel üretim biçimi olmuştur. Standardizasyon kültürünün her alanda olduğu gibi eğitimde de azalması görülmektedir. Internet demokrasisi güç kazanmıştır. Facebook ve Arap Baharı konularını hatırlayınca aslında Toffler’ın öngörülerine hayran olmamak zordur. Yine de Toffler bu kitabında dördüncü dalganın çok da iyi bir açıklamasını ve tahminini yapamamıştır. Dahası yeni demokrasilerle ve yeni kuruluşlarla dünyanın nasıl bir dünya olabileceği konusunda da tatminkâr bir resim sunmamış, örneğin, ulus devletlerin yerini neyin alacağını tam olarak söyleyememiş, ya da bugünkü Amerika Birleşik Devletleri’nin nasıl bir yapıya dönüşeceği konusunda yeterli açıklamalar getirmemiştir.

 

Toffler’in bizim için daha önemli olan görüşleri aslında Şok: Gelecek Korkusu (1996) adlı kitabındadır. Toffler, bu eserinde artık günümüzde toplumların müthiş bir korku içinde olduğunu ki bu korkuya gelecek korkusu demektedir, çünkü yeniliklerin ve değişimin hızının inanılmaz bir duruma ulaştığını söylemektedir. Hayat öyle bir hız almıştır ki biz doğduğumuzdaki bilgiler üniversiteyi bitirinceye kadar en az dört katına ulaşmaktadır. Geçici bilgilerin yerini yeni geçici bilgilere bıraktığı hızlı bir hayatın ortasındayız. Bu hız her şeyi, ama her şeyi etkilemektedir. Los Angeles’taki California Üniversitesi’nin öğrencileri bir haftalık tatillerinde parti yapmak için Florida’ya giderken New York’taki öğrenciler Los Angeles plajlarında aynı anda tatile gelmektedirler. İnsanlar Avrupa’daki cilt bakim uzmanlarına görünmeye gidip, Londra’da kahvaltı edip başka bir ülkede öğle yemeği yemektedirler.

 

Toffler, bu durumun aslında toplumda ya da yeniliklere ve değişime hazır olmayan kesimlerde müthiş bir korkuya ve gelecek kaygısına yol açtığını söylemektedir. İnsanlar işe başladıklarında o işi zaten geçici ve kendilerini de orada geçici görmektedirler. Okulda öğrendiklerinin bir faydasını göremeden yeni şeyler öğrenmek zorunda kalan insanlar işlerinden ve kurumlarından çok mesleklerine aidiyet beslemektedirler. Aile kavramı, evlilik ve aşk, okul ve öğretim, her şey tamamıyla değişmektedir. Tarihin görebileceği en büyük devrimin tam ortasındayız. Aileler ancak geçici ve yeni dinamikte olabilecektir. Geçici ilişkiler ve alternatif ask yaşantılarının yoğun olacağı, sanatın ve bilimin, hatta hayatın bir deneysel tasarım alanına dönüşeceği müthiş bir devrimin ortasındayız.

 

İşte böyle bir ortamda eski sistem eğitim işlevsel değildir. Öğrencilerin nota ve dereceye dayalı sistemde öğrendikleri zaten okuldan mezun olunca anlamını ve işlevini yitirmektedir çünkü yaşam ve bilgiler korkunç bir hızla değişip gelişmektedir. Toffler’a göre eğitimde notlar ve dereceler ortadan kalkacaktır. Öğrenciler bilgisayarla istedikleri dersi istedikleri yerde öğrenebileceklerdir. İnsanlar neyi isterlerse onu öğreneceklerdir. Eğitimde merkeziyetçilik ve standardizasyon etkisini yitirecektir.

 

Toffler, her ne kadar değişimin, üçüncü dalganın ve günümüzdeki gelecek korkusunun nedenleri konusunda derinlemesine bir örnekler kataloğu sunsa da, bugünkü bu devrimin nedeni (causality) konusunda bir bilgi verememiş, hatta belki de tüm çalışması bu yüzden ontolojik acıdan temelsiz kalmıştır. Kitapta görebildiğim tek nedensellik açıklaması değişimin hızı ve yeniliklerdir. Değişim çok hızlı olmaktadır ve devir hızı inanılmaz yüksektir.Yeniler her gün yerlerini başka yenilere bırakmakta, gelenler gidici olmaktadır.Tüm bunlar sonuçtur. Toffler, nedenselliği vermemiştir. Sonuçta tüm değişimi teknik inovasyon ya da teknik hızdaki gelişmeler yardımıyla açıklamak mümkün olsa da yeterli olmamaktadır.

 

Eğitim açısından biraz daha yakından analizde bulunacak olursak; eğitim de tarih boyunca değişimden etkilenmiş, o da paradigmalara paralel paradigmaları yaşamış ve yaşamaktadır. Yukarıda kısaca eğitimdeki kurumsal gelişmeleri anımsatmıştım. Bu süreç usta çırak ilişkisinden başlayıp baskı makinesinin etkisiyle okulların oluşumuyla devam etmiş ve daha sonraları da Sanayi Devrimi’yle eğitimin bir sanayi oluşu, fabrikasyon ya da “Industrialization of Education” halini almıştır.

 

Nasıl ki Sanayi Devrimi standart ürünleri üretmekte ve kitle üretimi ve tüketimini gerektirmekteyse bu üretim biçiminin eğitim biçimi de benzer olmuştur. Eğitim, fabrikasyon şeklinde standart insanlar üreten bir mekanizmadır. Bu insanların işlevi Sanayi Devrimi sonucunda oluşan üretim biçimine en verimli biçimde katkıda bulunmaktır. Bugünkü eğitim paradigmasını bu bakış açısıyla yorumlamak mantıklı olacaktır. Üretim biçimi, üretim araçları ve tüketim pazarları ve de eğitim sistemi arasındaki ilişki çok anlamlıdır. Bugün kaçıncı dalga olursa olsun kitle üretimi ve eğitimin merkeziyetçi yapısı değişmektedir. Yani, eğitimde yeni bir paradigmaya geçiş vardır. Bu durumu Üstat Kuhn’un deyimiyle açıklarsak, eski paradigmayla yeni paradigma arasındaki “kriz” dönemindeyiz demek uygun olabilir. Weber, sistemlerin kalıcı, iş bölümlü ve hiyerarşik oluşuyla rasyonel bir yapıya kavuşacağını vurgularken artık bugün geçicilik, yenilik, derinlemesine ve disiplinler arası uzmanlık önem kazanmaktadır.

 

Meslek kavramına yeni anlamlar yüklenmektedir. Eğitim de bu bağlamda işlev vermeye yönelmiştir. Birçok şirket kendi üniversitelerini kurarken birçok kurum ve kuruluş kendi eğitim yöntemlerini çeşitlendirmeye gitmektedir. Yani, değişimin hızı ve yenilikleri eğitimin hızını ve yöntemlerini de derinden etkilemektedir. Üzücü olan şudur ki, bir sonraki paradigma çıktığında bu yeni paradigma da artık eskimiş olacaktır. Gelecek korkusu aramızda gezmeye devam edecektir, çünkü gelecek ya hep zamanından önce gelir ya da hep gelecek olarak kalır. Ne var ki yeni paradigmaları çalışırken daha farklı bir paradigmal bakış geliştirmek de mümkündür.

 

Yeni bir paradigmal bakış için en önemli etken hayal gücüdür. Hayal gücünün özgür, olumlu ve yapıcı bir yönde çalışması tüm dünyadaki açlığı doyuracak ve de tüm sorunsallara ilişkin yeni bir perspektife pencere açacaktır. Bu yüzden özgür düşünce yeni bir eğitim paradigmasının en temel niteliği olmalıdır. Son savaş belki de düşünceyi özgürleştirme savaşı olacaktır. Dileriz ki insanlar bunu düşünceyle yaparlar, aletlerden uzak durmayı başarabilirler. Böylece şiddetin paradigması da iflas eder.

 

Geleceğin üniversiteleri ve kampüsleri Özgür düşüncenin filizlendiği, harmanlandığı ve somutlaştığı ilk yerler olmalıdır. Üniversitelerin temel amacı dinamik bir hayatta hangi paradigma olursa olsun bireyin ayakta kalmayı başararak yeni koşullara dimdik ayakta yanıt verebilmesi olabilmelidir. Bugün dünyada ancak bir milyar insan internet erişimine sahipken, yeni kampüsler tüm erişim, erişilebilirlik ve insana dair sağlık, ekonomik, sosyal ve psikolojik sorunları çözme odaklı olmalıdır.

 

Eğer, yeni bir dünya kuruluyorsa bu dünyayı kuranlar üniversiteler ve bu okulların öğrencileri olmalıdır. Mevcut şartlarda teknik inovasyonla tüketim ve hız kültürünün içine zincirle çekip özgür ama hala zincire vurulmuş bir demokrasi kavramının içinde hapis ve ruhunu teslim edinceye kadar bu koşturmacayla yarı depresif, yarı insan, yarı makina şeklinde sürüklenen insana şefkat besleyen özgür üniversiteler ve kampüsler geleceğin dünyasını kurup cennete çevirmelidirler.

 

Geleceğin kampüsleri uzayda, denizaltında, okyanuslarda olup yeni protein, yeni tıbbi çalışmalara ve yeni kaynaklara yönelik çalışmaları sürdürürken doğayı koruyup dünyanın aslında bizim evimiz olduğunu öğreten okullar olmalıdır. Uzaydan ve mobil teknolojilerle dünyanın her yerindeki insanlara ulaşabilip onların sorunlarına ortak akılla çözüm bulabilen öğrenciler ve bireyler yetişmelidir.

 

Engellilik ve engellilerin yaşadığı tüm sorunlar ortadan kaldırılmalı, buna atomu parçalamaktan daha zor olan önyargıları parçalamakla başlanmalı ve bu önyargıyı parçalayan kişi ya da kişilere Nobel’lerin Nobel’i verilmelidir. Bizler bu dünyanın ev sahipleriyiz. Yeni buluşlar yeni düşüncelerle olur. Çocuklara düşünüp hayal kurmayı ve bunu da projeye dönüştürmeyi öğreten bir eğitim paradigmasına ışık yakan bir kuşağın üyeleri olmak güzeldir. Şimdi elimizde daha çok imkân vardır.

 

Uzaktan eğitim araçları muhteşem bir fırsat sunmaktadır. Yeni mobil kaynaklarla dünyanın her yerinden öğrencileri olabilen üniversiteler kurulacaktır. Yeni kampüsler gezer, yüzer, uçar ve sabitlenebilir olacaktır. Tüm paradigmalara uyum gösterebilen ve karakterin kalıcı dinamizmiyle her yeni yöntemi ve bilgiyi gelecek korkusundan uzak, azimle, cesaretle ve umutla öğrenen ve öğreten bir kuşak için kurulmalıdır. Yeni üniversitelerin tümü açık kaynak olmalı ve herkes bu kaynaklardan sınırsızca faydalanabilmelidir. Tüm şirketlerin üniversiteleri olmalı ve bu üniversitelerde okuyan öğrencilerin hiç biri bu şirketlerde çalışmak zorunda olmamalıdır. E-öğrenme artık yaşamın içinde olmalı ve sokakta, tüm caddelerde, tüm dünyada e-öğrenme için terminaller olmalıdır. Pikniğe giden biri bir ağaç gövdesinden veya herhangi bir doğal nesneden internet, görüntü, senkron (eş zamanlı) ve asenkron (eş zamansız) öğrenme desteği alabilmelidir. Yeni buluşların ve görüşlerin desteklenmesi için ciddi destekler verilmeli ve doğada hayvanlara yönelik öğrenme ve yeni beceriler kazanma eğitimleri verilmelidir.

 

E-öğrenme ve “genişletilmiş gerçeklikle” hayvanlar daha da insan ve doğa dostu haline getirilmelidir. Tersine dönmüş bir kaplumbağa uzaktan genişletilmiş gerçeklik teknikleriyle düzeltilebilmelidir. Yuvasında aç ve susuz kalan bir civciv anında tespit edilebilmeli ve ona gerekli iaşe sağlanmalıdır. Dahası, çocuklar, yaşlılar ve engelliler için yapılan yatırımlar ve bu kişilerin kalifiye oluşu bir ülkenin düşünce ve hayal gücünden sonraki en önemli kalkınmışlık ölçütü olmalıdır. Bunu da ancak geleceğin üniversiteleri başarabilir. Bunu da e-öğrenme, açık kaynaklar ve yaşam boyu öğrenme gibi araçlar kolaylaştıracaktır.

 

Peter Jarvis, Küreselleşme, Yaşam Boyu Öğrenme ve de Öğrenen Toplum (2007) adlı kitabında daha önce söz ettiğim gibi paradigmalarla paralel bir yasam boyu öğrenmeden söz etmektedir. Bizim sözünü ettiğimiz yaşam boyu öğrenme, başarının paradigmasını içermektedir. Yaşam boyu öğrenme için, kalıcılığı ve geçiciliği aynı anda içeren, hem teorik hem de pratik aynı anda olan, bilimsel destekli bir paradigmaya gerek vardır. Genişletilmiş gerçeklikle görmeyenlere uzaktan bağımsız hareket eğitimi verebilen sistemlerin, radar sistemlerinin görme engellilerin sorunlarını çözmede kullanılması ve bir görme engellinin Amazon Ormanları’nda tek başına dolaşabilmesi mümkün olmalıdır. Bugün roketlerle dünyayı darmadağın edebilecek güçte olan bilim bunu yapabilecek düzeydedir. Bugün dünyanın tümünü doyuracak kaynak, teknoloji ve para bulunmaktadır. Eksik olan tüm paradigmaları kapsayan ve yeni paradigmaları kucaklayıp ve de onları barış içinde kabul eden bir bakış açısıdır. Geleceğin nasıl olması gerektiği konusunda söz sahibi olan hiç kimse geleceği yaşayacak olan gençlere, insanlara, yaşlılara, engellilere başvurmamakta ve kendi paradigmalarını tüm dünyaya dayatmaktadır. Jarvis de kitabında bunu söylemektedir.

 

Yaşam boyu öğrenme de bir üretim biçiminin sonucudur. Üretim biçimi yaşam boyu öğrenmeyi gerektirmektedir. Çünkü okullarda öğrenilenler üretim yerlerinde, sanayilerde, fabrikalarda yetersiz kalmakta ve buralarda çalışırken okullarda öğrenilenler eskimiş olmaktadır. Bunda yine koşuma vurulan bireydir. Birey yaşam boyu öğrenirse işinde başarılı olur ve işte tutulur. Yoksa Toffler’ın dediği gibi gelenler gidicidir. Bireyin suçu birey olmaktır. Bu yüzden, yeni paradigma ne isterse onu yapmak zorundadır. Birey, bireyciliğin felsefesinin yazıldığı Amerikan toplumunda bile böyledir. Birey değildir. Aslında herkes bir çarkın dişlileridir; bu çark hangi hızda ve yönde dönerse birey de öyle olmalıdır, yoksa çarkın dişlileri arasında birey ufalanacaktır.

 

Gerçek yaşam boyu öğrenme bireye insani, vicdani, ruhsal yetiler ve karakter özellikleri kazandırmalıdır. Böyle bir yaşam boyu öğrenme aslında hep vardır. Bunu yeni paradigma, başarılı bir paradigma daha da düzenle hale getirmelidir. Eğitimde standartlar ve notlar kalkabilir, Toffler böyle diyor; yine de minimum bir standart olmalı ve yol haritalarından faydalanılmalıdır.

 

Her yaşam boyu öğrenme kaynağı da açıklık esasıyla ve e-öğrenme teknikleriyle sunulmalı ve isteyenlere bu açıklık derhal verilmelidir. Esneklik ve açıklık eğitimin temel özelliklerinden olmalıdır. Uzaktan öğrenmenin yanı sıra “harmanlanmış öğrenmeye” de yatırım yapılmalı ve insanların kinestetik yakınlıkla birbirlerine olan bağları güçlü tutulmalıdır. Yaşam boyu öğrenme toplumun her kurumunda ve her yerinde olup her an geri bildirimlerin yapıcı ve geliştirici biçimde insani gücendirmeden alınabileceği geri bildirim veri tabanları olmalıdır. Bu geri bildirim, veri tabanları çok çeşitli olabileceği gibi evrensel tasarımla da olabilir.

 

Tartışmamızı sonlandırmak istersek, evet, tüm teknik ve bilimsel, sosyal ve kültürel tarihte olduğu gibi eğitim alanında da yeni krizler ve geçişler yaşanmaktadır. Bu geçişlere büyük ve egemen ölçekli olduklarında paradigma dendiğini yukarıda söylemiştim. Bu paradigmal geçişler eğitimde de açık seçik görülmektedir. Bugün klasik eğitim sisteminden, yani Sanayi Devrimi’nin gerektirdiği fabrikasyon şeklinde eğitimden daha bireyselleştirilmiş ve de sınıf ortamının yanı sıra uzaktan, mobil, senkron (eş zamanlı) ve asenkron (eş zamansız) yöntemlerle yeni üretim biçiminin, yeni toplumun, enformasyon toplumunun gerektirdiği yönde bir paradigmaya geçiş gözlenmektedir. Jarvis, Küreselleşme, Yaşam Boyu Öğrenme ve Öğrenen Toplum (2007) adlı eserinde bunu vurgulamaktadır. Jarvis’e göre yeni paradigmayla bir bilgi ekonomisi doğmuştur. Yaşam boyu öğrenme de bu bilgi ekonomisine yatkın bireyler için hazırlanmış bir program olup üretim biçimine hizmet edecek şekilde tasarlanmaktadır. Dahası, sadece yaşam boyu öğrenme ve bilgi ekonomisinin üretime hizmetinin amaçlanmasının yanı sıra, bilimsel ve tüm sistematik araştırmalar da bu durumdan etkilenmiş ve de bu doğrultuda ilerlemek zorunda kalmışlardır.

 

Tekrar vurgularsak farklı bir başlangıç noktası alternatif bir paradigmaya götürecektir. “Bu yeni başlangıç noktasında dinamik gerçeklikler ortasında nasıl bir kalıcı karakter ve öğrenme sistemine sahip olunmalıdır ki her dinamik gerçeklikte birey başarılı bir şekilde hayatını sürdürebilsin” sorusu bu yeni eğitim paradigmasının temel ontolojik ve epistemolojik sorusu olmalıdır. Bir örnekle ifade edecek olursak başarılı bir eğitim paradigması bir bireye hem sörf yapmayı öğretirken öyle bir karakter özelliği vermelidir ki bu sörfçü sörf anında dalganın beklenmedik büyüklükte olmasından etkilenmemeli ve sörf yapma tekniğini bu yeni ve büyük dalgaya uyarlayabilmelidir. Böyle bir eğitim paradigması başarının paradigması olacaktır. Yoksa her yeni paradigmal geçişte eğitim tarihi tersine dönecek, eğitim felsefesi de bu tersine dönmüş eğitim tarihinin içinde yerini alacaktır.

 

Kaynakça:

Anderson, Benedict. (2006). Print Capitalism. Imagined Communities, Verso; New Edition

Jarvis, Peter. (2007). Küreselleşme, Yaşam Boyu Öğrenme ve Öğrenen Toplum, Routledge.

Kelly, T. K. (2000). Logic of Success. British Journal Fort he Philosophy of Science.

Özkul, Ali Ekrem. (2012). Uzaktan Eğitimde Ileri Konular Seminer Notları. Eskişehir: Anadolu Üniversitesi.

Sugur, Nadir (2012) Sosyal Bilimler Felsefesi Seminer Notları. Eskişehir Anadolu Üniversitesi

The Structure of Scientific Revolutions.(1962)2012 tarihinde Wikipedia: en.wikipedia.org/wiki/the_structure_of_scientific_revolutions adresinden alındı

Toffler, Alvin. (1996). Üçüncü Dalga. İstanbul: Altın Kitaplar Basımevi.

Toffler, Alvin. (1996). Şok: Gelecek Korkusu. İstanbul: Altın Kitaplar Basımevi.



[1]
en.wikipedia.org/wiki/ the_structure_of_scientific_revolutions)

Sayfa başına dön!

Bulunduğunuz sayfa :

Ana Sayfa >> Haberler >> Başarının Paradigması